3 Ara 2023
Feyda Sayan Cengiz
2023 yılında Türkiye gündemini en çok meşgul eden konulardan biri hiç şüphesiz ki Mayıs ayında yapılan seçimlerdi. Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerine giden süreçte, sadece farklı seçim kampanyalarının değil, seçmenle iletişim konusuna farklı yaklaşımların birbiriyle karşılaşıp yarıştığı bir sürece tanıklık ettik. Seçim sürecinin eşit şartlarda geçmediği aşikâr. İktidar, elindeki imkanları ve medya üzerindeki kontrolünü, oyun sahasını kendi lehine şekillendirmek, muhalefetin seçmene ulaşma yollarını kısıtlamak için kullandı. Ancak yine de seçim kampanyası süreçlerinin, aynı zamanda bir semboller ve anlatılar yarışı olduğunu göz önünde tutarak, Mayıs seçimlerine giden süreci, öne çıkan iki Cumhurbaşkanı adayının kullandıkları sembol ve anlatılar üzerinden okumayı deneyelim.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 14 Mayıs’taki birinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar sürdürdüğü kampanya, pozitif ve kapsayıcı, umudun altını çizen sembollerle örülüydü. Bu kampanyanın belki de en çok akılda kalan kısmı, Kılıçdaroğlu’nun evinin mutfağında çekip Twitter’da yayınladığı kısa videolardı. Bu videolarda mütevazı bir görüntü veren mutfak, sembolik ağırlığı yüksek bir görsel temsil sağlıyordu. Nitekim bu mekan Kılıçdaroğlu’nun bir yandan halka yakın bir görüntü vermesine hizmet ederken, diğer yandan gıda ürünlerinde artan fiyatları ve ekonomik krizin mutfaktaki yansımalarını gündemin üst sırasında tutmak için uygun bir arka plan sunuyordu. Örneğin Kılıçdaroğlu, bir videosunda konuştuğu mekanla uyumlu olarak seçmenin karşısına bir soğanla çıkıp soğan fiyatlarındaki artışa karşılıklı dertleşme diliyle dikkat çekiyordu: Soğan, kriz ve tencereyi kaynatmakta zorlanan vatandaş anlatısını netleştiriyordu. “Mutfaktaki lider” görüntüsü, tüm bunların yanında bir de toplumsal cinsiyet açısından eşitlikçi bir imaj çizmenin mekanıydı ve sosyal medyada dolaşıma giren “hanımcılık kazanacak” sloganlı videoyla uyum içindeydi.
Kılıçdaroğlu, ekonomik krizi gündemde tutma stratejisinin yanı sıra, kimlik meselesinde de kapsayıcı ve birleştirici mesajları öne çıkarıp, kutuplaştırıcı söylemin ürettiği “biz-öteki” ikiliklerinin önüne geçmeye çalıştı. “Sana söz” başlıklı kampanya filminde baharın gelişi, çiçek açmış ağaç görselleriyle birlikte umutlu gelecek mesajı iletilirken, elle yapılan kalp işareti sembolü, Kılıçdaroğlu’nun çizmeye çalıştığı naif, sakin ama kararlı “dede” imajını bütünlüyordu.
Ancak seçimin ikinci tura kalması ve Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın kapısının çalınmasıyla, kampanya pozitiften negatife doğru çok sert ve çok hızlı bir dönüş yaptı. 14 Mayıs’ın hemen ertesinde, Kılıçdaroğlu, seçmene bu kez mutfaktan değil ofisinden, kalp işaretiyle değil masaya yumruğunu vurarak “Buradayım be buradayım” diye neredeyse bağırarak sesleniyordu. Ana slogan, “Sana söz”den “Karar ver”e döndü, “Suriyeliler gi-de-cek”; “Vatanını seven sandığa gelsin”, “Sınırlarımız ko-ru-na-cak” gibi hece hece ayrılarak vurgulanan cümlelerle desteklendi.
Elbette bu sert dönüşün nedenlerini düşünürken, Cumhur İttifakı’nın milletvekili seçimi sürecinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yürüttüğü negatif kampanyanın etkilerini dikkate almak gerek. Erdoğan’ın kampanyası, Kılıçdaroğlu’nun aksine, açıkça bir ötekileştirme üzerine kuruluydu. HDP’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemesi, bu ötekileştirmenin odak noktasını oluşturdu ve muhalefetin zaferi ulusal bütünlüğe ve güvenliğe tehdit olarak çerçevelendi. Bir başka deyişle, muhalefet başlı başına bir güvenlik sorunu, muhalefetin kazanma ihtimali ise bir ulusal felaket senaryosu olarak temsil edildi. Bu senaryolar, elbette ki Türkiye’ye özgü değil: Otoriter popülist liderler, dünyayı “iyi”ler-“kötü”ler ikiliğine ayırarak kutuplaştırma, muhalefeti “şer ekseni” olarak tasvir etme, seçmenin korkularını harekete geçirme stratejilerini yaygın olarak kullanıyorlar. Ancak popülist “başucu kitabı”ndan alınan bu temel taktiklere, “post-truth” (hakikat sonrası) tartışmalarında yıllar boyu örnek gösterilebilecek bir unsur da eklendi: Erdoğan, seçim mitinglerinde CHP’nin “Haydi” reklam filmine montaj ile eklenmiş görüntüler eşliğinde CHP’yi PKK ile bağlantılandırdı. Görüntülerin montaj olduğunu kendisi de çıktığı bir canlı yayında inkâr etmedi, zaten buna gerek de yoktu. Nitekim “hakikat sonrası” siyasal iletişimde önemli olan gerçeğin ve “orijinal” görüntünün ne olduğu değil, anlatının nasıl kurgulandığı, seçmenin aklında hikayenin nasıl tamamlandığıydı.
Görsel semboller, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampanyasında da merkezi öneme sahipti. Bu kampanyanın belki de en akılda kalıcı görsel öğesi, Erdoğan’ın milli muharip uçağı Kaan’ın tanıtıldığı “İstikbalin Yüzyılı Tanıtım Programı”nda Top-Gun’daki Tom Cruise’u andıran pilot ceketi ve güneş gözlükleriyle çekilmiş fotoğrafıydı. Bu fotoğraf, pek çok açıdan yüklü bir sembol işlevi gördü: Dinç görünümlü, güçlü ve militarize erkeklik kurgusu, aynı zamanda “yerli ve milli” savunma teknolojisindeki gelişmenin lideri imajıyla bütünleşiyordu. O günün görüntülerinin de yer aldığı videoda, son 40 gün içinde temeli atılan inşaatlar başta olmak üzere çeşitli icraatlar sıralanıyor, Erdoğan, videoyu resmi Twitter hesabından “Birilerinin elleriyle kalp yapmayı öğrenmesi 40 gün sürdü… Peki biz o sırada neler yaptık?” mesajıyla paylaşıyordu.
Hikayenin sonunu bugün biliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun ekonomik kriz vurgusu ve kapsayıcı anlatısı, seçmende hiçbir karşılık bulmadı diyemeyiz. Ancak özellikle seçimler yaklaştıkça elinde büyük bir medya gücü bulunan Erdoğan’ın negatif kampanyasının yüksek ve sert tonu karşısında pozitif anlatı ve yumuşak sembollerin zayıf kaldığını, ikinci tur öncesi sert ve negatif bir tonlamaya geçilmesinin ise kafası karışık, ne istediğini bilmez bir muhalefet imajını ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Elbette seçim sonucunda etkili olduğu öne sürülen pek çok unsuru gözden kaçırmadan: Altılı Masanın kurgusu, seçim sonrasında nasıl bir görev dağılımı olacağı konusunda netleşilmemesi, çok fazla mesajın dağınık ve kafa karıştırıcı şekilde iletilmesi, HDP’nin verdiği destek konusundaki suçlamalara net ve özgüvenli yanıtlar verilememesi gibi.
Siyaset bilimciler, Mayıs seçimlerini daha uzun süre analiz edecekler. Karşımızda rekabetçi otoriter bir rejimde iktidarın negatif kampanyası karşısında kapsayıcı ve pozitif bir kampanya yürütmüş, sonra da stratejisini şaşırtıcı bir hızla değiştirmiş bir muhalefet var. Diğer yandan, ekonomik kriz, keskin gıda enflasyonu, depremin getirdiği büyük can kaybı ve psikolojik yıkım ortamında, 21 yıllık iktidarın üzerine bir seçim daha kazanmış bir iktidar var. Tüm bu unsurlarıyla 2023 Mayıs seçimleri süreci, siyaset bilimciler için çok önemli olan birçok soru ve yanıtı bünyesinde barındırıyor. Bu durumu değerlendirirken, sembollerin ve anlatıların merkezi konumunu gözden kaçırmamak gerek. Nitekim liberal demokrasilere karşı otoriter popülizmlerin yükseldiği çağda güç mücadelesi, rasyonel bir kamusal tartışma üzerinden değil, duygulara hitap eden sembollerle örülü farklı hakikat kurgularının mücadelesi üzerinden yürüyor.