15 Nis 2025
Can Zeren*
Tahtaları, sınıfları, kampüsleri, sokakları otlar bürüyor. Vesikaların, damgaların, unvanların sonu mu geliyor? Hak ve yetki verenlerin oyun tahtasında putlar yıkılıyor. Makamcıları, mevkicileri, düzencileri bir korku sarmış. Çimen korkusu!
Çimenler yürümeye başladı. Putlara tapanlar huzurları için çimenleri biçmek istiyor. Nafile! Çimenler makamcılar gibi tek bir yerden bitmez. Çimenler her yerden biter.
Düzencilere karşı çimenler şunu haykırıyor:
“Kaldırım taşlarından çimenler çıkıyor.”
***
Sistemin şiddeti hep şunu buyurur: “Bir yere gelmezsen bir hiçsin!” Bankalaşmış üniversitelerin kapısındaki tabelada şunlar yazılıdır: “Yaşam için değil, Makam için!” Bu türde okullar yaşamı satranç tahtasına indirger. Satrançta her taşın sabit bir kimliği ve belirlenmiş bir hareket tarzı vardır.[1] Satrançta taşlar vesikalıdır. Eğitim süreçleri sonunda mezun olan taşlara vesikaları verilir.
Tüm hak ve yetkilerinle sen bir piyonsun, ilk hamlen dışında yalnızca birer kare ilerleyebilirsin. Çaprazında biri varsa yiyebilirsin. Kim vezir olmak istemez? Olur da kimse seni yemezse, tahtanın karşı kıyısına vardığında vezir olabilirsin. Ters bir hareketinde şahadetnâmen iptal edilir. Sen bir filsin, daima bir fil. Çapraz gidebilirsin. Düz yürüyemezsin. Sen bir atsın, “L” çizersin. Kalesin sen! Yatay ve dikey dümdüz yürürsen önün açıktır. Ah sen doğuştan vezirsin! Sen yürü her yöne, git gidebildiğin yere! Şahsın sen, şahım! Sen yorulma! Kâfidir her yöne yalnız bir kare! Sen verir, sen alırsın şahadetnâmemizi. Biz yürürüz senin yerine. Rok yapıp korusun seni kalemiz. Sen bizi biz yaptın, oyunu kurdun. Çok yaşa şahım! Tanrı mattan korusun!
***
Makamcı banka tipi okullar, satranç tipi düşünceyi telkin eder. Sisteme uyumlu taşlar yetiştirir. Oyunun sürmesi için hiçbir taş kimliğini, etiketini, hareket tarzını terk etmemelidir. İşte bu şekilde işleyen bir akademi kimseye rahatsızlık vermez. Friedrich Nietzsche, akademik düşünürler ve üniversite felsefesi için şunları söyler:
“Bizim akademik düşünürlerimizin niçin tehlikeli olmadığı gayet açıktır, çünkü onların düşünceleri geleneğin toprağında, bir ağacın hep elma vermesi gibi, hep huzur içinde yeşerir. Onlar korkuya ilham kaynağı olmazlar, onlar altüst oluşlara yol açmazlar (...) Hakikaten de, üniversite felsefesinin mezar taşına şöyle yazılmalıdır: “O hiçbir zaman, kimseyi rahatsız etmedi.” [2]
***
Bu tip okulların satranç hocaları öğrencilere sabitlikler aktararak kendi makamlarında kimseyi rahatsız etmez. Oyun tahtasının kâğıttan barikatları ve huzuruyla vezirleşmeye çabalar. Öğrencileri güder. Şahlara danışman olur. Tahtlara tahta olmanın en verimli yollarını araştırır. Bankacı, makamcı satranç hocası “Tahtakurularıyla mücadelede vernik çeşitleri ve taht malzemelerinin önemi: bir vaka çalışması” başlıklı makalesinin getirdiği performans puanlarıyla “bir yere” gelmeye hazırdır. Makaleler akademi borsasında hisse senetleri olarak alınıp satılacaktır. Makamlar için kârlı makaleler gerekir. En kısa sürede en çok kâr... Sonunda McDonald’s tipi McAkademi, McMakaleler[3] ile puan toplayan portföy yöneticilerinin plazası olup çıkar.
***
Dersler açısından da durum şöyledir. “McÜniversite”[3] verimlilik ilkesi üzerine kuruludur. Zaman kıt kaynaktır. Öğrenciyi sıvılaştırıp kalıba döken eğitim sistemi haplaştırılmış bilgilerin hızla kafataslarına doldurulmasıyla işler. Kalem tutmayı unutan, zayıf parmaklı öğrenciler sınıfı geçmek için McDerslerde veznecilerden alınan slayt-burgerlerle tıkınıp kasalarda kusarlar. McÜniversite’de karnınız doyar ama beslenemezsiniz. Doyduğunuzu zannedersiniz. Müşterileştirilen öğrenciler en kısa sürede notlanan testlerle derslerden gerekli krediyi alıp açtıkları mevduat hesabıyla “McMeslek”lere[3] yatırım yapar. Yeniden borçlanmak üzere... Bir taraftan da McMesleklerin şirketleri mezun olan öğrencileri yetersiz bulduklarından kendilerine akademi kurarlar. Haksız da sayılmazlar. McÜniversite arabadan izlenen açık hava sinemasına dönüşmüştür.
***
Her şeye rağmen filmden sonra teknik bilgilerimizle belki mükemmel bir köprü yapabiliriz. Ancak bunu takip etmesi gereken soru “her şeyin yolunda gitmesini sağlayan eylemlerimiz kime nasıl bir hayat sunacaktır, yaşamı nasıl etkileyecektir” sorusudur. Köprüden karşıya geçince nasıl bir hayatımız olacak? Yolunda gidenler, kimin yolunda gitmektedir? Uzman olduk, terfi ettik ne uğruna?
Yolumuzu bulduk, yerimize vardık. Kimin hesabına?
Şahların hesabına! İçimizdeki şah olma arzusuyla... Şah olma arzusuyla köleleşiriz.
***
Banka tipi makamcı eğitim modeli sabit kalıplar ve kulvarlar içinde bir yere gelmenin yolları üzerine kuruludur. Sınıflar sınıflandırma mekânlarına dönüşür. İpek böceğine yalnızca verimli bir şekilde emeğini satması için tırtıllık mesleği öğretilir.[4] Mükemmel koza üretmenin ilkeleri aktarılan tırtıl-öğrenciye kelebek olma imkânı unutturulur. “Kelebek olup da ne yapacaksın sanki! Üç gün yaşar, ölürsün! Vesikanı al, tırtıl ol, uzman ol, uzun yaşa. Kozanı sat, para kazan, dut yaprağını ye, yatırım yap, kredi çek, yuvanı kur, sigorta yaptır... Çimen olup, ot olup, ayrık otu olup ne yapacaksın? Serserilik mi edeceksin? Elma ağacı ol, uslu uslu meyveni sat.”
***
Ne yani? Herkes kelebek mi olacak? Burada “kelebek olmak” romantik bir metafor değildir. Yabancılaşmanın çeşitli yönlerini fark etmek üzere kullanılan ve kelebek olmayı fetişleştirmeyen, kelebek olmanın sonrasını da düşünen bir fiildir. “Çimen olmak” idealize edilmiş bir hâl değildir. “Başka türlü nasıl olabilir” sorusunu soran bir eylemdir. “Çimen olmak”, meyve veren ağacın taşlanmadığı, meyve veren vermeyen tüm bitkilere ve yaşama sahip çıkan bir fiildir.
***
Unvan ile insan olunmaz. Bir yere gelmek insanı insan yapmaz. İnsan olmak bitimsiz bir oluş halini kabul ederek, itaatkâr olmaya zorlayan sistemlerin içinde ve dışında itaatsizlikle, eleştiriyle ve dayanışmayla mücadele etmektir.[5]
***
Çimenler haykırıyor: “İnsan ikiye katlı bir kâğıttan ibaret değildir!”
Nedir “ikiye katlı kâğıt”? Diploma! Diploma etimolojik olarak “ikiye katlı şey” anlamındadır. Diploo (διπλόω), ikiye katlamak... Di-: iki; ploo: katlamak.[6]
Katlanmayan insan zaten kâğıt mağıt beklemez kimseden... Ezenin düzenine katlanmayan insana ikiye katlı kâğıdı yaşam verir. Çimenleri katlayamazsınız. Çimenler katlanmaz. İnsan, katlanmazsa insan... İnsan, baskıya katlanmazsa insan... Öbür türlü beş katlı kâğıt versen, sıra sıra unvan dizsen adlarının önüne, anca kâğıttan bir varlıktır. İskambilden bir kuledir makamcı...
***
Çimenler, insan olmanın bir oluş olduğunu kavrayan öğrencilerdir.
Çimenler bugün satranç tahtalarının karelerinden, çatlaklarından bitiyor. Çimenler bugün, satranç tahtasının dışında da bir dünya olduğunu duyuruyor. Çimenler bugün, siyah-beyaz karşıtlığından çıkıp kolektif biçimde alan genişletme pratiğini deneyimliyor. Çimenler her yerden bitiyor.
Çimenler bugün, şah çekme ve mat etmenin ötesinde yeni bir yaşam kurmanın, birlikte yaşayabilmenin imkânlarına işaret ediyor. Kazanmanın ve kaybetmenin ötesinde birlikte yaşayabildiğimiz bir dünya için mücadele ediyor.
Çimenler bugün, makamcıların makinasının ürettiği beton kalıpların dışında diyalog içinde yayılan bir eğitim modelinin pratiğini yapıyor. Çimenler duvarları aşıp toprakla buluşuyor. Çimenler kaldırım taşı olmayı reddettikleri için çimendir.
Çimenler bugün, “sahip olma” zihniyetine karşı “olmak” ile de yetinmiyor.[7] Çimenler dayanışma ile bir çeşit oluş pedagojisini icra ediyor.
Çimenler bugün kendi üniversitelerini kuruyor. Çimen öğrenciler, çimen hocalar, çimen emekçiler insan olmanın bitimsiz oluşunun mekânlarını yeniden kuruyor.
Çimenler bugün kâr odaklı, denetleyici iletişim sistemlerinin karşısında direnişçi iletişimi ve diyaloğu büyütüyor.
Çimenler bugün sınıflarına ve kampüslerine sahip çıkıyor. Zihinlerdeki barikatları yıkıyor. Derslikleri yaşamın içine götürüyor. Derslikleri dayanışmanın mekânına dönüştürüyor, düşüncelere ve ifadelere çekilen sınırları aşındırıyor, aşıyor.[8]
Çimenler bugün şirketlere satılan, pazar alanına dönüştürülen kampüslerine ve AVM’leştirilen topraklara yeniden sahip çıkıyor.
Çimenler bugün takas pazarları, kermesleri, kafeteryaları, açık dersleri ve forumlarıyla mevcut düzeni yalnız sözleriyle değil eylemleriyle sorguluyor. Kampüsleri tüketim mekânı olmaktan çıkarıp tekrardan üretim mekânı haline getiriyor. Çimenler mekânlarını üretiyor. Dayatılan değil, yaşanan bir mekânı...
Makamcıların kirlettiği suları temizlemek için çimenler bugün itaatsiz ve “eleştirel umutlarıyla” mücadele ediyor.[9]
Çimenler bugün, ‘hak ve yetki verme ve alma’ gücünü ellerinde bulundurulanların sisteminde kederli ruhlar olmayı bırakıp sevgi ve neşe ile serpilen bir dünyayı büyütüyor.
Çimenler bugün, öfori ve disforiye kapılmadan, eylemlerinin anlamına sahip çıkıyor. Hızın, paniğin, kaygının egemenliğini alt etmek için kendi ritimleriyle adımlar atıyor.
Çimenler bugün, eylemleriyle tarihin sözlerini, dünyayı ve yaşamı okuyor, yazıyor.[10] Damgalar, ikiye katlı kağıtlar, rulolar ve unvanların ötesinde bir diyalog alanı tesis ediyor.
Çimenler bugün, yoklamayı feshediyor ve şöyle sesleniyor: “Zaten buradayız! Henüz burada olmayanlar için de buradayız! Burada olacağız, oluşacağız!”
Çimenlere Merhaba!
Kaynakça ve Notlar
[1] Burada Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin Bin Yayla: Kapitalizm ve Şizofreni 2 adlı eserlerinde “Satranç” ve “Go” strateji oyunlarını karşılaştırdıkları kısımdan yararlandım ve onlardan ilham aldım.
Gilles Deleuze et Félix Guattari, Mille Plateaux (Paris: Les Éditions de Minuit, 1980), 436–437.
Gilles Deleuze and Félix Guattari, A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, trans. Brian Massumi (New York: Continuum, 2004), 389-390.
Satrançta taşların belirlenmiş kimlikleri ve hareket tarzlarıyla nihai amaç şahı mat etmektir. Yukarıda bahsettiğim için burada satranç yerine Go oyununu basitçe aktaracağım. Go oyununda da satranç gibi siyah ve beyaz taraflar vardır. Ancak, Go da tüm taşlar disk tipinde, aynı biçimdedir, bir isimleri yoktur, anonimdir. Hepsi taştır ama bir araya geldikleri durumlarla, kurdukları gruplarla anlam ve güç kazanırlar. Bu oyun, boş oyun tahtasındaki noktalara tarafların sırayla taşlarını yerleştirmesiyle kolektifler oluşturup alan kuşatma ve genişletme mücadelesidir. Oyunda amaç rakipten daha fazla alan kazanmaktır. Taşlar mümkün olan her noktaya konabilir ve yerleştirildikten sonra sabit kalır. Taşlar, satranç taşları gibi hareket etmez. Eklenen taşlarla birlikte gruplar oluşturulur, alanlar kuşatılır ve genişletilir. Taşların yaşam ve nefes alanlarını açıp, koruyup, genişlettiğini söyleyebiliriz. Gerçekten de Çince “qi” (气) “nefes” ve Japonca “kokyuten (呼吸点) “nefes noktası” oyunda bir terimdir. Taşların dikey ve yatay bitişiğindeki boş noktaları ifade eder. Bu noktalara “özgürlük” de (liberty) denir.
Burada iki oyunun mantığını çok basitçe sunarak Deleuze ve Guattari’den faydalanıp konumuz dahilinde kullanmaya çalıştım. Burada amaç satranç oyununu kötülemek değildir. Her metafor gibi Go oyununun da metafor olarak eksik kaldığı yerler vardır. Fakat toplumsal açıdan şahları mat etmek yerine, Go oyunu metaforu otorite ve baskı karşısında kendine nefes alanı açan ve özgürlük alanını genişleten insanların eylemliliğini anlatmak için anlamlıdır. Çimenlerin herhangi bir yerden bitmesi ve genişleyerek alan kaplaması gibi... Fakat bu metafor toplumsal olarak nefes alanımızı genişletirken oyunun kurallarından farklı olarak ötekinin nefesini kesmeyi telkin etmemelidir. Burada mümkün olduğunca barışçıl biçimde başkalarını alana dahil etmenin yolları da araştırılmalıdır. Ama elbette tıpkı oyundaki gibi, nefesimizi kesmeye çalışan tiranların karşısında hak ve özgürlüklerimiz için nefes alanlarımızı korumalı ve genişletmeliyiz.
Oyunla ilgili ayrıntılı bilgi için Türkiye Go Derneği: https://www.tgod.org.tr/go-nedir/
İstanbul GO Oyuncuları Derneği ve Oyun kuralları: https://www.istanbulgo.org/oyun-kurallari/
Go oyununda “Nefes” terimi: https://senseis.xmp.net/?Breath
[2] Friedrich Nietzsche, Eğitimci Olarak Schopenhauer: Çağa Aykırı Düşünceler III, çev. Cemal Atila (Istanbul: Say Yayınları, 2009), 94–95.
[3] “McUniversity”, “McJobs”, “McLectures” kavramları George Ritzer’ın Toplumun McDonaldlaştırılması kitabında kullanılmıştır. McAkademi, McMakale ifadelerini de buradan ilhamla kullandım. Bu tezin ayrıntıları için lütfen Ritzer’ın kitabına başvurunuz.
George Ritzer, The McDonaldization of Society: Into the Digital Age, 10th ed. (London: SAGE Publications, 2020).
George Ritzer, “McUniversity in the Postmodern Consumer Society,” in The McDonaldization Thesis: Explorations and Extensions (London: SAGE Publications, 1996).
George Ritzer, “McJobs: McDonaldization and Its Relationship to the Labor Process,” in The McDonaldization Thesis: Explorations and Extensions (London: SAGE Publications, 1996)
[4] Marx, “varlığını bir tırtıl olarak sürdürmek için koza ören” ipek böceğini ücretli işçiye benzetir. Burada Marx’ın bu benzetmesinden yararlandım. Bkz. Karl Marx, Wage Labor and Capital [Ücretli Emek ve Sermaye] https://www.marxists.org/archive/marx/works/1847/wage-labour/ch02.htm
[5] İnsanın “olması” değil “oluş” halinde olması, olmak için oluşmak, oluşarak olmak, “tamamlanmamış varlık” olarak insan ve “oluş süreci” üzerine Paulo Freire Dayanışmanın Pedagojisi adlı kitapta şunları söyler:
“Because of that we really are not, we are becoming. That is, in order for us as human beings to be, we need to become. We need not to be—if we just are, we stop being. We are precisely because we are becoming. This process of being and not being, the process of becoming, explains our presence in history and in the world. It also explains that as human beings, historical beings, we are uncompleted beings. We are unfinished beings.” (Freire, Pedagogy of Solidarity, 16)
Paulo Freire, “Pedagogy of Solidarity,” in Pedagogy of Solidarity, ed. Ana Maria Araújo Freire and Walter F. de Oliveira (United Kingdom: Left Coast Press, 2014), 16.
İtaatsizlik üzerine Erich Fromm şunları söyler:
“Düzenin adamı, itaatsizlik yeteneğini kaybetmiştir, itaat ettiği gerçeğinin bile farkında değildir. Tarihte bu noktada, şüphe etme, eleştirme ve itaat etmeme yeteneği, insanlık için bir gelecek ile uygarlığın sonu arasında duran tek şey olabilir.” (Fromm, İtaatsizlik Üzerine, 17)
Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine: Özgürlük Neden Otoriteye "Hayır" Demektir?, çev. Nurdan Soysal (İstanbul: Say Yayınları, 2017), 17.
[6] Nişanyan Sözlük, s.v. “diploma”, erişim 10 Nisan 2025.
https://www.nisanyansozluk.com/kelime/diploma
https://www.etymonline.com/word/diplo-
https://www.etymonline.com/word/diploma
[7] “Sahip olmak” ve “olmak” için bkz. Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak, çev. Aydın Arıtan (Say, 2019).
[8] bell hooks, Sınırları Aşmak için Öğretim adlı kitabında, dayatılan sınırların ötesinde sınır aştıran bir öğretimin getirilerine ve sağladığı imkanlara vurgu yapar:
“The classroom remains the most radical space of possibility in the academy.” (hooks, Teaching to Transgress, 12)
“Urging all of us to open our minds and hearts so that we can know beyond the boundaries of what is acceptable, so that we can think and rethink, so that we can create new visions, I celebrate teaching that enables transgressions—a movement against and beyond boundaries.” (hooks, Teaching to Transgress, 12)
bell hooks, Teaching to Transgress: Education as the Practice of Freedom (New York: Routledge, 1994), 12.
[9] “Bir balığın temiz suya ihtiyaç duyması gibi, eleştirel umuda ihtiyacımız var” der Paulo Freire, Umudun Pedagojisi (Pedagogy of Hope) kitabında: “We need critical hope the way a fish needs unpolluted water.” (Freire, 2)
Paulo Freire, Pedagogy of Hope: Reliving Pedagogy of the Oppressed (New York: Continuum, 2006), 2.
[10] Sözcükleri ve dünyayı okumak, yazmak üzerine Freire şunları söyler:
“Sözcüğü okumayı dünyayı okumaktan ayırarak benim okuma-yazma çalışmamı yürütmek ya da okuryazarlığı anlamak ... olanaksızdır. Dünyayı nasıl yazacağını öğrenmek, yani dünyaya dokunmak ve dünyayı değiştirme deneyimine sahip olarak öğrenmek, sözcüğü okumanın ve daha sonra okuyabilmek için sözcüğü yazmayı öğrenmenin önünden gider.” (Freire, Okuryazarlık, 96)
Paulo Freire ve Donaldo Macedo, Okuryazarlık: Sözcükleri ve Dünyayı Okumak, çev. Serap Ayhan (Ankara: İmge Kitabevi, 1998), 96.
*Dr., Öğretim Görevlisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi