5 Nis 2024
Halil Nalçaoğlu
Yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart gününe kadar siyasal iletişimcilerin uzun yıllar inceleyeceği iki ay yaşadık. Kampanya süreci. Ortak kanaat kampanyaların sönük geçtiği, seçmenlerin bir kısmının yorgun bir kısmının bıkkın olduğu ve Mayıs 2023 seçimleri ile karşılaştırıldığında heyecan katsayısının yerlerde süründüğü yolundaydı. Birtakım yorumcular şu meşhur dip dalga teorisini ortaya attılar. Bazıları ise “demokrasi kazandı” dediler. Eh tabii, seçim yapılınca sonuç ne olursa olsun demokrasi kazanmış oluyor. Bu bir analiz değil yani. Ben daha çok başlıktaki sorulara odaklanacağım. Bu seçimleri kim kaybetti, kim kazandı ve nasıl kazandı sorularını soracağım. Yanıtları bariz gibi duran bu soruları sorduğuma göre ilk akla gelen yanıtlarla ilgilenmediğim anlaşılmıştır. Evet, seçimi Cumhur İttifakı kaybetti, ekonomi ağır bastı ve CHP kazandı… Bu kadar basit değil.
Birikim dergisinin Mart sayısında yerel seçimleri “kader kavşağı” olarak tanımlamış, bir “karizma savaşından” söz etmiştim. Gerçekten de öyleydi. Mayıs 2023 seçimlerinin getirdiği yenilgi toplumun muhalif kesimlerinde büyük hayal kırıklığı yaratmış, muhalif seçmen adeta artık (CHP için) sandığa gitmemeye yemin etmişti. Ama arada bir şey oldu. İstanbul’un başarılı Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu CHP’nin değişimi için irade koydu, kurultay yapıldı ve CHP yönetimi el değiştirdi. Seçmen için 2023 hezimeti bir anda kılık değiştirdi ve ufukta umutların yeşerdiği yeni bir yol ayrımı göründü. Bu kavşağın bir tarafında Recep Tayyip Erdoğan, diğer tarafında ise Ekrem İmamoğlu duruyordu. Bir anda gerisi hikâye oldu.
Seçimi net bir biçimde Erdoğan kaybetti. Bunu AKP genel merkezinin balkonundan yaptığı konuşmadan anlıyoruz. Eşi hariç kimse yoktu etrafında. Ne bir partili ne bir belediye başkan adayı ne de bir koruma polisi… Kimsecikler yoktu. Yalnız ve güçlü bir adam balkonu soldan sağa arşınlayarak konuştu. İyi bir konuşmaydı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, seçmen siyasilere bir mesaj verdi, dedi. Bu mesajı aldık, üzerinde çalışacağız, ders çıkartacağız mealinde sözler etti. Ve en önemlisi “bu yeni bir başlangıç” dedi. Şöyle oldu, böyle oldu yok. En küçük bir güç kaybı emaresi, özeleştiri, hatta en küçük bir hayal kırıklığı işareti yok. Yalnız ve güçlü görünen bir lider izledik. Volta atarken bir süre Emine Hanım onunla beraber yürüdü. Sonra o da bıraktı takibi, bir köşeye çekildi ve konuşma bitene kadar eşini izledi.
Yukarıda bahsettiğim yazıda söylemiştim: İmamoğlu da yalnız bir aday olarak çıktı karşımıza. İttifak tuzla buz olmuş, CHP bölünmüş, seçim yenilgisi sonrası kurultay dedikoduları bile gündeme gelmişti. Yalnızlık İmamoğlu için avantaj demiştim. Haklı çıktım. Bu avantajı en güçlü biçimde kullandı İmamoğlu. Karşısında cumhurbaşkanı, bir bütün olarak bakanlar kurulu, valisi kaymakamı emniyet müdürü ile koca bir devlet aparatı vardı. Golyat’a karşı Davut demiştim. Davut kazandı. Hayal dünyamız böyle asimetrik yarış hikâyeleri ile doludur. Tavşanla kaplumbağa, aslan ve fare, çirkin ördek yavrusu, kurbağa prens… Liste uzar gider. Hepsinde zayıf görünen tarar kazanır. Hepsinde. Acaba neden?
Dedim ya, siyasal iletişim uzmanları bu kampanyayı çok inceleyecekler. Bu yarışmayı CHP, muhalefet, sosyal demokrasi falan kazanmadı. Bu seçimi Ekrem İmamoğlu kazandı. Çünkü kampanyanın başından, hatta 2019 yerel seçimlerinden beri bu bir karizma savaşıydı. Türkiye’de siyaset karizmatik liderler etrafında döner. Gerisi hikâyedir. Atatürk’ten beri bu böyle. Bu saptamanın detayları başka bir yazının konusu. Nasıl kaybetti sorusuna bakalım biz.
Sanki bir yerel seçimden bahsetmiyoruz, öyle değil mi? Seçim sonuçları bu duygumuzun ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. İmamoğlu (ve Yavaş) etkisi bütün yurdu kapladı ve görmeye alıştığımız ikonik “sarı Türkiye haritası” kırmızı illerin ağırlıkta olduğu bambaşka bir görünüm kazandı. Sanki İmamoğlu sadece İstanbul için değil, tüm iller, ilçeler, beldeler için mücadele verdi. Tıpkı kampanya sürecinde 51 il gezen cumhurbaşkanı gibi. Erdoğan parti genel başkanı şapkası ile bunu yaptı tabii; Özgür Özel de gezdi seçim bölgelerini. İmamoğlu ise hep İstanbul’da kaldı. Ne var ki rüzgârı esti her yerde. Adeta sandık kurulan her yerde İmamoğlu vardı. İmamoğlu karizmasına karşı Erdoğan karizması yarıştı seçim yapılan her yerde. Kazanan malum. Nasıl oldu?
Acaba 10 bin lira maaşa mahkûm edilen emekliler mi bu zaferi getirdi? Üç yıldır istikrarlı biçimde alım gücü düşen, yoksullaşan kitleler mi? Murat Kurum’un bir türlü taşıyamadığı adaylık elbisesi, gafları mı? Bunların hepsi etkili oldu muhakkak. Ama hiçbiri tek başına neden sayılamaz. Öyle olsaydı Mayıs 2023 seçimlerinde gelirdi zafer, gelmedi. Bu başarı bir tutum değişikliği, bir strateji değişikliği, en önemlisi bir lider değişikliği ile geldi.
Türkiye’nin seçim süreçlerinde ideolojiler, ekonomi (şu meşhur tencere), yolsuzluklar, haksız kazançlar, adaletsizlik, eşitsizlikler kendi başlarına başat etmenler olarak algılanmaz. Bunların kim tarafından nasıl sunulduğu önemlidir. Kanıtıyla ortaya koyulur devasa bir yolsuzluk, herkesin gözüne sokulur hırsızlık ve rüşvet. Biri çıkar bu yolsuzluk değildir, der. Olay orada biter, doğru değil mi? Hak dersiniz, adalet dersiniz, hukuk dersiniz. Dediğiniz değil, kimin dediği önemlidir, öyle değil mi? Bir siyasi lider çıkar bizzat dezenformasyon yaptık diye açıklama yapar, halk “eh tamam o zaman sorun yok” der. Önemli olan bu sözleri kimin sarf ettiğidir, haksız mıyım?
Türkiye’de seçimler böyle kazanılır. Karizmaya karşı karizma. Atatürk örneğinde olduğu gibi karizmatik lider tek başına kaldığında toplumun gözü ondan başka hiçbir şeyi görmez. Bir rakip çıktığında ise ikili karşıtlar olarak zihnimize nakşolur karizmalar—Demirel Ecevit ikilisinde olduğu gibi. Artık yeni bir karşıtlığımız var: Erdoğan ve İmamoğlu. Olaya böyle bakmak lazım. Ha bir de şu var: Her karizmatik otoritenin bir ömrü oluyor. Karizma babadan oğula geçen bir şey değil. Başlıyor ve bitiyor.