Kisveli Kanaatkârın Hurafeleri

Kisveli Kanaatkârın Hurafeleri

3 Eki 2024

Can Zeren*

Kanaat, hem bedene hem zihne ilişkindir. Bir kişinin ihtiyaçları ve doyum düzeyleri açısından az ile yetinmesi anlamını içerir. Varlığını idame ederken gıdanın ve eşyanın az miktarını kâfi görme halidir. Bu anlamda açgözlülük ve hırs karşısında kanaat etmek ahlaki, dini, felsefi ve ruhsal açılardan takdir edilesi bir erdem olarak nitelenebilir. Koşullar güçleştiğinde ise az ile yetinmek bir zorunluluğa, “kıt kanaat” geçinmeye dönüşür. Hiç şüphesiz gerek doğa gerek insan kaynaklı, sistem kaynaklı kıtlık dönemleri yaşanabilir. İnsan, hayatını idame edebilmek için idare edebilir. İnsan, eğer yapabilirse, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma yoluyla bu süreçlerin üstesinden gelebilir. Ancak kıtlığın nedenlerini sorgulamadan mevcut koşulları boyun eğerek kabul etme durumunda ise kanaat, payına düşürülene yalnızca rıza göstermeye dönüşür. Bu noktada görüş anlamında kanaat devrededir. Hiç şüphesiz kanaatlerimiz vardır, olacaktır. Fakat kanaate kanaat edilince, iletken değil, yalıtkan bir malzemeye dönüşür kanaat. Kanaate kanaat insanları birbirinden yalıtır. Kendinden yalıtır. Yetinilen kanaat. Yetinilen görüşler. Kanaate kanaat etmek. Diyalog kanaatkârı, fikir kanaatkârı diyalogdan, farklı fikirlerden, görüşlerden, müzakereden, sorgulamadan, eleştiriden, mücadeleden imtina ederek, kanaatine kanaat ederek belirsizlik çölünde seraplara çapa atar. Seraba çapa atmak.

Gönüllü boyunduruk ve tek adamlık hücreleri

Tiranlara gönüllü kulluk etmek nedir? Siz tirana suyunuzu verirsiniz, o sizi çölde seraba razı eder. Neden razı olursunuz, hatta neden arzularsınız böyle bir şeyi? 1530 yılında doğan Fransız düşünür Etienne de la Boétie Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev eserinde işte bu soruyu irdeler. Boétie’ye göre tirana gönüllü kulluk etmek korkaklık bile değildir.[1] Rıza göstermek bile değil. İnsanlar kendi kendilerinin boyunduruk altına alınmasını arzulamaktadır.[2] Aktif bir şekilde kendilerini pasifleştirir, zayıflatır, güçsüzleştirirler. Bunun acısını duymaz, hissetmezler. İnsanlar özgürlüğü unutmuş, boyunduruğu kanıksamıştır. Boétie bu durumu açıklamak için üç temel sebep sunar.

Birincisi alışkanlıklar ve geleneklerdir [habitude]. Bunlar “kulluk zehrini yutup acı bulmamayı” öğretir.[3] Karanlığa alışmış olanların aydınlığı arzulamamaları şeklinde bir benzetme yapar Boétie.[4] Bilinmeyen, unutulmuş özgürlük… Özgürlük belirsizliği, itaat konforu getirir. Ne gerek var gözlerin kamaşmasına, alıştığımıza arzulu bir şekilde kanaat etmek varken... Şöyle dememişler miydi: “İtaat et, rahat et.” 

Boétie’nin sunduğu ikinci etkeni bugünün terimleriyle medya denetimi ve kültür endüstrisi olarak özetleyebiliriz.[5] Tiranlar özgürlüğü çağrıştıracak içeriklerin dolaşımını ve eğitimi denetler.[6] Birer narkotik olarak gösterinin her çeşidi halkları uyutmak için tiranların en etkili araçlarındandır, Boétie’ye göre.[7] Gösteri Toplumu’nun yazarı Guy Debord’a yaklaşık 400 yıl öncesinden bir selam çakar Boétie. Eğlenceye ek olarak bir de bir tas çorba, birkaç dilim ekmek, üç beş kuruş dağıttılar mı başlar “padişahım çok yaşa!” sesleri: Bunu son derece acınası bulur Boétie, çünkü tiranın insanlara dağıttı kırıntılar, insanların tirana önceden bol bol verdikleri mallardan gelir ve insanlar bunun farkında değildir.[8] İnsanlar kanaat eder, kanaatine kanaat ettiğinden…

Boétie’nin sunduğu gönüllü kulluğun üçüncü etkeni iktidar hiyerarşisi, himayecilik-kayırmacılık ilişkileridir.[9] Yanaşmalar, yanaşmaların yanaşmaları, başkanın, reisin adamları, adamlarının adamlarının adamları, başkanın başkanının başkanı… Tepeden tırnağa himaye-kayırma ilişkisine katılanlar farklı boyuttaki çıkarlarının ve hırslarının peşinde tiranın suç ortakları ve kendi boyunduruklarının mimarı olurlar. Boétie der ki “krallığın tüm kötü tabakaları, tüm ayak takımı … tiranın etrafında toplanır ve ganimetten pay alabilmek ve büyük tiranın altında kendilerini küçük tiranlar yapabilmek için çevresinde toplanıp onu desteklemeye başlarlar.”[10] Evet, aslında tek adam yoktur. Her “adam”ın içinde hücresel düzeyde tek adamlık vardır. Tekliğe kanaatin çokluğa düşmanlığı… Küçücük tek adamlık hücrelerinden gelir gözetim/denetim toplumunun gözleri, büyük tek adamın milyonlarca elinin şiddeti, milyonlarca ayağının yıkımı: “Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük … Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir” der Boétie.[11] Tek adamlık bir işbirliği, bir ortaklık, yardım ve yataklık ile örülür.[12] “Demeğe dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” diye yanıt verir Nazım, Boétie’ye… 

Hurafeden kozalar

Boétie, halkın kendi yarattığı yalanlara inandığından bahseder. Ardından tiranların da iktidarlarını din kisvesiyle örtüp, çeşitli hurafelerle kendilerini ilahileştirdikleri örneklere değinir.[13] Hurafeler konusunda Spinoza da Teolojik-Politik İnceleme’sinde Romalı tarihçi Quintus Curtius’a atıf yapar: “Kalabalığı yönetmek için hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur.”[14] Spinoza, Boétie’ye benzer ifadelerle şöyle devam eder: 

“Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, sanki kurtuluşları için savaşıyormuşçasına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir adam kibirlenebilsin diye kanlarını ve canlarını vermeyi bir utanç değil, en büyük onur sayarlar.”[15]

Spinoza’ya göre umut ile korku arasında salınırken kederli ruhlar en kolay yol olan hurafelere tutunur. Spinoza şöyle ekler: “Hurafeyi doğuran ve besleyen neden korkudur.”[16] Hurafelerin, aldatmanın, bugünün ifadeleriyle dezenformasyonun, komplo teorilerinin, manipülasyonun yetişeceği en verimli toprak duygulara esaret, korku, kederlilik ve güçsüzlüktür.[17] Tiran korkuya maske takar aldatır da aslında insan önce kendi kendini kandırır. Kendisini kendi arzusuyla kandırırken, kendisinin kandırılabilme olanağını da tirana verir. Kisveli kanaatkâr hurafelerle geçinir. Arzusuyla kisveler üreten bir tekstil kölesine dönüşür. Sahte bir ipek böceğidir. Korkusuyla, kederiyle örer hurafeden kozasını. Dut yiyip susar kozasının yankılarında. Sonunda gideceği yer tiranın kaynar kazanıdır. Ardından tiranın kibirli omuzlarını örten kaftanın ipliklerinde bulur kendini. Marx da kullanmıştır ipek böceği metaforunu. Hayatını bir tırtıl olarak sürdürmek için durmadan koza ören ipek böceğini ücretli bir işçiye benzetir.[18] İşte yabancılaşma! Kelebek olma potansiyelini unutmuş, kaybetmiş, kelebek olmaktan kaçmış sahte ipek böcekleri kisveli birer kanaatkâr olup köleleşmiştir.

Temsil öldü, zaten hep ölüdür, hurafeleri musallattır

Boş verelim tiranlığı, sözde demokrasinin hurafelerine bakalım: Temsile teslimiyet, edilgenlik, yasak savmak, kurtarıcı beklemek.

***

Uzmanlar her yerde bize belli bir iletişim biçimini telkin ediyor: “Seçmen neyi satın alıyor?” Böylesine safsatalarla her gün normalleşiyor mutlak, pasif müşterilik halimiz. Politikacılar ve uzmanlar hurafe satıyor. Seçmen kendi kazandığından verip kendi kendini satın alıyor. Seçen-seçilen ikiliğinde piyasa mantığının sömürgeleştirdiği bir iletişim sistemi hakimiyetini sürdürüyor. Oy ver, kurtul! Sandığa göm! Sandıkları patlat! Nedense hep şiddeti ve ölümü çağrıştıran fiiller.

***

Yoksa seçmen kabinin örtüsü şiddetin, baskının ve çevrilen dolapların bir temsili olarak mı asılıdır? Kabinleri örtmeye gerek yok. Kabine gelene kadar her yer örtülerle, kisvelerle, kapalı kapılarla dolu. Kisveli kanaatkârın hurafeleri…

***

“Ben bir şey yapmayayım. Oyumu vereyim, işime bakayım. Hep bir kurtarıcı bekliyorum. ‘Sarı saçlım, mavi gözlüm, neredesin? Yine gel, gel Samsun’dan.’ Ama sen gel, ben gelemem. İşim gücüm, çoluk çocuğum var. Allah muhafaza! Sen gel de kurtar bizi.”

***

“Halkın adamı, reisim! Aman gitme! Sen başımızda ol da biz sana râm olalım!”

***

“Ben bir şey yapmamayım. ‘Temsil’ de, gerisini bırak. Temsile teslim ol. Sarılısı, mavilisi, allısı, yeşillisi… Acaba hangisi? Aman sen de! Sanki akla dayalı argümanların ortaya konulduğu bir tartışma ve müzakere ortamın varmış gibi… Düşünme bu kadar, bas geç! İyi adam ya! Seviyorum ya! Başkanım benim! Aman başkanım, canım başkanım! Bak, bak ne güzel sıvıyor gömleğinin kollarını!”

***

Temsileyete teslimiyet, yasak savıcılık, kurtarıcı beklemek, kampanyacılık, piyasa mantığı ve siyasal hurafelerle demokrasi de tiranlık olur. Tüm bunlar pasif seçmenlikle taçlanır. “Umudumuzsun başkanım” sözleri aktif vatandaşlığın soluğunu keser. Umudumuz herhangi birine indirgenmiş ise ve onun hayallerinde yaşayacaksak, kendimizden umudu kesmiş, belki de ölmüşüzdür.

***

“Sus, konuşma! Konuşursan ağamız gücünü kaybeder. O gücünü kaybederse biz de kaybederiz.”

***

“Kabul edenler, etmeyenler? … oylarıyla reddedildi!” Senin çocuğun, hatta doğmamış çocukların öldürüldü! O an! Böyle giderse parçalanmaya devam edeceksin. Narkozlusun, hissetmiyorsun! Ya da ölmüşsün.

Özgürleştirici bir iletişim için

Düşünmüyorsa, dert edinmiyorsa insan, ifade özgürlüğü neye yarar? Birkaç şirketin platformunda yorum yapar, sözde ifade edersin kendini… O bile mümkün değil ya! Mümkün olsa bile yetmez. Kimi sistemler her şeyini elinden almış ama ifade özgürlüğü yanılsamasıyla seni özgür zannettiriyordur bir gösterinin içinde… Kimisi ağzını bantlamış, sansürle, otosansürle, baskıyla, şiddetle susturuyordur ifadelerini... Kendi arzuladığımız hurafelerin yapışkan ağlarından kurtulmalıyız. Önce kendimizden başlamalıyız. Kendi kisvelerimizden, hurafelerimizden, kanaate kanaatkârlığımızdan, sahte ipek böcekliğimizden… Özgürleşmek isteyenler yeni ağlar örmeli. Ama bir şeyleri sabitlemek için değil. Her türle, bir arada, özgürce konuşmak için… Kanaatlerimiz olabilir ama kanaatlerimize kanaat etmemeliyiz.

Özgürleştirici iletişimin ilk ilkesi belki de şu olabilir: Kanaat etmeyeceksin!

Kaynakça

[1] Etienne de la Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, çev. Mehmet Ali Ağaoğulları, (İmge, 2018), s.21.

[2] Boétie, ss.18, 23. Bu noktada, kitlelerin faşizmi arzuladıklarını söyleyen Wilhelm Reich’ı ve ondan ilham alan Gilles Deleuze ve Félix Guattari’yi anmalıyız.

[3] Boétie, s.33

[4] Boétie, s.37.

[5] Boétie, ss.39, 44-45.

[6] Boétie, s.39.

[7] Boétie, s.44-45.

[8] Boétie, s.45

[9] Boétie, s.51-56.

[10] Boétie, s.53.

[11] Boétie, s.25.

[12] Boétie, ss.25, 51-56.

[13] Boétie, s.48.

[14] Benedictus de Spinoza, Teolojik-Politik İnceleme, çev. Cemâl Bali Akal, Reyda Ergün, (Dost, 2012), s.45.

[15] Spinoza, s.45.

[16] Spinoza, s.44.

[17] Tiranların kederli ruhlara duyduğu ihtiyacı Gilles Deleuze, Spinoza: Pratik Felsefe adlı eserinde belirtmiştir.

[18] Karl Marx, Wage Labour and Capital [Ücret Emek ve Sermaye]

https://www.marxists.org/archive/marx/works/1847/wage-labour/ch02.htm

“If the silk-worm's object in spinning were to prolong its existence as caterpillar, it would be a perfect example of a wage-worker.”

*Dr., Öğretim Görevlisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi