Kuş Uçuşu’nun Haberciliğe ve Gençlere Dair Düşündürdükleri

Kuş Uçuşu’nun Haberciliğe ve Gençlere Dair Düşündürdükleri

1 May 2024

Aylin Dağsalgüler

Yapımcılığını Ay Yapım’ın üstlendiği Kuş Uçuşu dizisi geçtiğimiz haftalarda üçüncü ve son sezonuyla Netflix’te yayınlandı. Dizide bir televizyon kanalının haber merkezinin içindeki çatışmalar anlatılıyordu. Bu çatışmaların haber peşinde koşarken ortaya çıktığını düşünmeyin, ekran önünde olmak için veya yönetici pozisyonları için herkes – ama çoğunlukla kadınlar- birbirlerini yediler. 

Dizide çatışmanın ana unsuru kuşak farkıydı; farklı kuşaklar aynı iş yerinde çalışmaya başlayınca neler olabilir sorusunun cevabını senarist Meriç Acemi en uç noktalardan iki karakterle anlatmaya çalışmış. X-Y arası bir kuşağın temsilcisi Lale Kıran, ekranın güvenilir haber sunucusu, aynı zamanda anne, eş ve kendisine aşık yapımcısıyla uzun yıllardır sıkı bir ekip olarak birlikte çalışan bir doğruluk timsali. Lale’nin sosyo-ekonomik olarak A+ bir hayatı var. Yakışıklı, şefkatli ama sıkıcı bir de kocası. Lale’nin politik doğruculuğu ve sakin mesafesi üçüncü sezonda izleyiciye yeter artık Lale, kurtul zincirlerinden dedirtmiş olabilir. Z kuşağının temsilcisi Aslı Tuna ise ekrana bakarak büyüyenlerden. Hayallerini önce televizyon ekranının içindekiler, sonra sosyal medyada gördükleri süslemiş, üniversitede buna göre bir bölüm tercihi yapıp kapağı stajyer olarak Lale Kıran’ın çalıştığı kanala atmış. Stajyerler arası rekabetin, diğer adayların önüne geçmek için kötülük yapmanın normalleştirildiği bir kuşak olarak anlatılıyor Z gençleri. Gerçi Lale Kıran ve çalışma arkadaşlarına bakınca aynı hırsı o kuşakta da görüyoruz. Ama herkesin birbirinin ayağını kaydırmaya çalıştığı bir dünyada tek kirlenmeyen renk olarak Lale Kıran var. Z kuşağıyla ilgili negatif temsiller izleyicinin bu gençleri itici bulmalarına neden oluyor.

Henüz izlemeyenler için en az spoiler’la dizinin konusunu aktarabildiğimi umuyorum. Ama derdim diziyi anlatmak değil. Aslında senaryonun fonda yardımcı eleman olarak yararlandığı habercilik dünyasıyla ilgili ağzımda bıraktığı buruk tadı sorgulamak. Bu karakterler bir televizyon kanalında değil de bir mimarlık ofisinde veya bir bankada da çalışıyor olabilirlerdi. Elbette medya dünyasının çalışanlarına sunduğu görünürlük doğal bir influencer’lığı da beraberinde getiriyor. Sosyal medyanın görünürlük savaşlarının dizide televizyon ekranından başlaması da konuya daha kolay bir giriş sağlıyor. Burada görünürlüğün en belirgin sembolü reytingler. Her sabah bir önceki günün izleyici rakamlarını rakip kanallarla karşılaştırarak görmek başarı ve başarısızlığı tanımlayan tek kritere dönüşmüş durumda. İster istemez düşünüyorum; reytinglerin bir sonraki gün değil de anlık paylaşıldığı dönemlerde haber merkezlerinde neler oluyordu? Anlık izleyici hareketlerine göre kaç haber çöpe gitmiştir, yayın sırasında ne kararlar alınmıştır acaba? Anlık reyting artık görülemediği için gerçekte olduğu gibi her sabah 10.00’da Kuş Uçuşu’ndaki televizyoncular da heyecanla sonuçları öğreniyorlar. Bu heyecan rekabeti kızıştırıyor, rekabet içinde en çok kadınlar birbirine düşüyor. 

Kuş Uçuşu’ndaki haber merkezlerinde kadınları sadece ekran önünde izlemiyoruz. Aynı zamanda kadınlar yönetici olarak da varlar. Gerçek hayatta cam tavana çarpan ve medyada yönetici pozisyonlarına gelemeyen kadınlar, dizide işlerini hırsla yapan, dünyalarını iş üzerine kurmuş bireyler olarak çizilmişler. Televizyon ekranında yıllardır neredeyse hiç çalışan kadın göremediğimiz için bu temsilleri izlemek bütün eksiklerine rağmen iyi geliyor. 

Dizide kadınlar arası ve haber merkezi içindeki çatışmanın sadece reytinge dayandırılmadığı, haber rekabetinin de olduğunu izleseydik arka plandaki medya dünyasının hakkı verilmiş olurdu. Dijital platformlardaki dizilerden derinlikli, detaylı karakterler ve hikayeler bekliyoruz. Oysa Kuş Uçuşu karakterlerin içsel dünyalarına girmemize izin vermiyor. Onların yüzeyselliği kadar yüzeysel bir hikaye olarak kalıyor. Bu sebeple basın özgürlüğü, dijitalleşme, haber-reklam ilişkisi, haber merkezlerindeki gençlerin ülke gündemiyle ilişkileri gibi televizyon ekranında yer alamayan ama dijitalde anlatması keyifli, izlemesi heyecanlı, hikayesi daha derin çatışmalı bir dizi izleyebilirdik. 

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2024 yılı Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında Türkiye 154. sırada yer alıyor. Medyanın çoğunluğu siyasi iktidarın elinde, muhalif medyanın sesini sadece muhalif seçmen duyuyor. Alternatif mecralar reklam almak yerine fon desteği alırsa foncu sayılıyor, reklam alırsa haber-reklam ilişkisi tartışılıyor. Kuş Uçuşu’ndan habercilik tartışması beklemem pek gerçekçi değil, farkındayım. Yine de iyi seyirler.