Kutuplardan Merkeze

Kutuplardan Merkeze

20 May 2024

Emre Barca*

Kalburüstü siyaset bilimcilerden pek uzman televizyon yorumcularına, hususen muhalif siyasetçilerden bir yerlerde köşe tutmuş gazetecilere, zan havuzumuzdaki yerini iyiden iyiye sağlamlaştıran bir sözcüğümüz var ne zamandır: Kutuplaşma. Gitgide yayılarak samimi bir kahve ya da sigara sohbetine kadar sızan bu kelime, asap bozucu şekilde çok yinelendiği için olsa gerek, açıklayıcı içeriğini çoktan kaybetmiş görünüyor. Yine de çarpık bir yoldan bir şeyleri işaret etmemizi sağlıyor olmalı ki bu sözcüğü tedavülden kaldırmaya gönlümüz el vermiyor. Belki bir gün birileri bu kavramın Türkçedeki tarihine, dilimize nasıl girdiğine, nasıl dolaşıma sokulduğuna ve zihinlerimizin neresini işgal ettiğine bir bakar. 

Çizgisel bir siyasal tahayyülde, o meşum politik çizginin ortasında yer alması umulan kalabalıkların, çizginin uçlarına, ‘kutuplarına’ yönelmesi şeklinde yorumlanabilecek bu kavramın yakamızı bırakmayan bir varsayımı var: Çizgi üzerinde, sırasıyla sol, merkez ve sağdan ibaret bir reel siyaset formülasyonu. Tüm dünyanın, müessir Fransız Devrimi’ne borçlu olduğu bu formülün liberal-demokratik versiyonu kalabalık bir merkeze karşılık, azınlıkların kümelendiği iki kutup varsayıyor. Demek ki kutuplaşma bu normatif buyruğa uygun olmayan şekilde merkezden ayrılıp kutuplarda yoğunlaşmak demek. Bir süredir uzmanlarımızın ve siyasetçilerin merkez denilen ve aslında daha fazla insanı yutması gereken çukuru doldurmaya talip olmaları da bundan olsa gerek. 

Dünyanın merkezine seyahat

‘Tarihin sonu’ dünyanın kutsi bir merkezde kaçınılmaz toplanışı demekti: Alın yazımız, Soğuk Savaş sırasında iki ayrı kutupta ikamet etmeye mecbur edilen halklardan, çizginin tam ortasına, merkeze dikilmiş bir imparatorluk bayrağının altında toplanan geniş bir kalabalığa dönüşmekti. Ama olmadı, olamadı, yine kutuplaştık. 11 Eylül, medeniyetler çatışması, neoliberalizm, otoriterlik, popülizm, ABD gücünün gerileyişi, Çin, Rusya ve tabii ki Ortadoğu derken, çizgisel bir gelişimi takip etmesi beklenen tarih yolunu şaşırdı. Artık bir sürü kutbumuz var. 

Pek tabii dünyanın halinden etkilenerek, vaktiyle iki kutuplu dünyada kendine salim bir yer temin eden pek jeostratejik ülkemizin pusulası da artık bir sarkaç görünümü sergiliyor. Eksen bir oraya, bir buraya kayarken içerideki kutuplaşma da dünyanın ahvalinden ayrı düşünülemezdi. 

Ne oldu bize?

Evet, ne hazindir ki kutuplaştırıldık. Tek parti iktidarıyla, düzenli darbelerle, faili meçhullerle süregiden ılıman iklimimizi buzullar kapladı, güvendiğimiz dağlar karlar altında kaldı. Şimdi nevzuhur kutuplaşma mağdurlarının acı dolu haykırışlarını işitiyoruz: Ne oldu bize? Nasıl oldu da kutuplaştırdılar bizi? Dünyaca meşhur misafirperverliğimize, Anadolu irfanımıza, Osmanlı hoşgörümüze, her daim ırkçılıktan ari, vatanperverlikten ibaret milliyetçiliğimize, muasırlaşma ülkümüze, cumhuriyet sevdamıza, inkılaplarımıza ne oldu? Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını geride bırakırken düştüğümüz bu hal nedir böyle!

Evet, milletçe bu hunhar kutuplaşmaya savaş açmamız artık kaçınılmaz. Kutlu, haklı bir savaş bu! Teşhisimiz kutuplaşma; reçetemiz yumuşama ya da normalleşme. İlaçlarımız diyalog, müzakere (mücadele?), buluşma, el sıkışma, hediyeleşme, yarım elma gönül alma. Sırtlanıp birbirimizi, hep beraber kutuplardan merkeze taşınacağız. Bayanlar, baylar, toplayın bohçanızı! Kaybettiğimizi sandığımız normali bulmaya gidiyoruz. Normalin egemenliğini tesis etmeye koşuyor, kutuplardan merkeze emin adımlarla ilerliyoruz. 

Yürüyün, gitmiyoruz!

Ancak, bu kutlu yola çıkmadan evvel yanıtlamamız gereken birkaç küçük soru yok mu? Bunlar lise imtihanlarında çıkmayan, bazı cevapları malum, bazıları meçhul, milli tarih ve coğrafya soruları: Ya memleketimizde kutup da çevre de merkez de yoksa? Ya biz bize benziyorsak her halükârda? Ya bizim normallerimizden biri, her devirde şöyle bir birbirimize rastlayıp normalleşme sözü vermek ve sonra kendi yolumuza gitmekse? 

Şanlı tarihimiz, ancak iflasa yaklaşınca biz kullarına yarım gönüllü bir yumuşama bahşetmeye yeltenen muktedirlerle dolu. Gözleri kazara, muhayyel bir merkeze kaysa da onları ceketlerinden tutup oldukları yere mıhlamaya çalışan devletlilerimiz de hiç eksik olmadı. Kimse sabırlarını taşırmasın! Ne Kürt siyasetçiler ne bilumum Araplar ne yoksullar ne de sapkınlar taşınabilir merkeze. 

Sokak köpeklerini de bağlayın oldukları yere!

*Dr. Araştırmacı