Ne Kuşağı?

Ne Kuşağı?

16 Nis 2025

Halil Nalçaoğlu

Türkiye’de siyaset, artık sadece kelimelerle değil, bilek güreşiyle yürütülüyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanması, zaten gerilimle ilerleyen siyasal iklimi bambaşka bir faza taşıdı. Yargının siyasete müdahalesiyle birlikte, demokratik tartışmanın kırıntıları da iyice silinmeye başladı. Şimdi herkesin dilinde aynı soru: “Ne olacak bu memleketin hali?”

Sorunun ağırlığı, çoğu zaman cevapsız bırakıyor bizi. Çünkü bazen gerçekten, söz biter.

Bu kez sözün bittiği yerde gençler konuşmaya başladı. İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve yakın çevresiyle birlikte tutuklanması, siyaseti sokağa taşıdı. Saraçhane'de başlayan eylemlerde gençlerin güçlü bir varlığı var. Miting kürsülerine değil ama sokaklara taşan seslere kulak verince, genç insanların hayal kırıklıklarını, umutlarını, öfkelerini net bir biçimde duyabiliyoruz. Duyuldukları anda ise bedel geliyor: 300’e yakın üniversite öğrencisi gözaltında.

Biz öğretim elemanları olarak öğrencilerimiz hakkında sık sık konuşuruz: Kimin dersi nasıl gidiyor, kim parlak, kim zorlanıyor... Bunlar olağan sohbetlerdir. Ama bir de öğrencileri “genel” olarak değerlendirme alışkanlığımız vardır. “Bu seneki grup biraz dağınık”, “eskilere göre daha az ilgili”, “Z Kuşağı işte” gibi cümleler dökülür ağızlardan.

Z Kuşağı… Herkesin uzmanı olduğu, ama kimsenin tam olarak tanımadığı bir kuşak.

Ben şahsen “kuşak” denen bu genelleyici etiketle hep mesafeli oldum. Belki de artık hiçbir kuşağa ait olmayan bir yaşta olduğum için. Kuşak dediğimizde, gençleri belli bir zaman dilimine doğmuş olmak üzerinden tanımlıyor, sonra da o zamanın tüm ruhunu onların omzuna yüklüyoruz. Bu ne kadar inandırıcı?

Teknolojiye düşkünlük, apolitiklik, odaklanma zorluğu, sabırsızlık… Bunların hepsi gençliğe yapıştırılan etiketler. Ama acaba bu nitelikler gençleri mi anlatıyor, yoksa bizim onları görme biçimimizi mi?

Z Kuşağı kavramı, büyük ölçüde küresel medya tarafından kuruldu. Tüm dünyayı kapsayan, ama kimseyi tam olarak temsil etmeyen bir etiket bu. Nebraska’da bir çiftlikte çalışan gençle İstanbul’da üniversite okuyan bir başka genç hangi değerleri paylaşır? Tokyo banliyösünde odasından çıkmayan bir gençle Ukrayna’da cephede savaşmaya zorlanan başka biri neyi ortak yaşar?

Bu gençler aslında sadece pazarlama jargonunun kısa devresiyle zihnimize yerleştirildi. Araştırmalar bile genellikle alışveriş alışkanlıkları, oy tercihleri ve ruhsal sağlıkla sınırlı.


Ama işte, Saraçhane’de binlerce farklı genç vardı. Ellerinde pankartlarla, seslerinde umutla, korkuyla, kararlılıkla… İçlerinden biri siyah eldiveniyle kurt işareti yaparken, bir diğeri retro bir parka ve kayak maskesiyle “çok şık” hissediyordu. Bir başkası bana heyecanla “Hocam aşağıda gaz sıkıyorlar ama burada kimsenin haberi yok” diyordu. Ders aralarında caramel macchiato içen o genç, bugün aynı kahveciyi boykot ediyor. İlk defa bir eyleme katılıyor ve belki de hayatının gidişatını orada şekillendiriyor.

Onları tanıdığımı sanmıyorum.

Çünkü insanı yalnızca yaşıyla anlamaya çalışmak, onun kimliğini örten karmaşık ilişki ağını görmezden gelmek demektir. Yaş, sadece bir değişkendir. İnsan, coğrafyasıyla, sınıfsal konumuyla, ailesiyle, duygusal yaralarıyla, tarihsel bağlamıyla, yani binlerce etkenin birleşimiyle şekillenir. “Z Kuşağı” gibi etiketler, bu çok boyutlu insanı tek bir düzlemde sıkıştırıyor.

Bugün gençler sokaklara çıkıyor ve “Cumhuriyet”, “Atatürk”, “özgürlük”, “barınma”, “hukuk”, “adalet” diyorlar. Biz bu sözcüklerin anlamlarını kendi bakış açımızdan sabitleyip onları o kalıplara sokmaya çalışırsak, çok şey kaçırırız.

Belki de şimdi yapmamız gereken en önemli şey, gençleri yeniden düşünmek. Onları kalıplarla değil, birey olarak görmeye çalışmak. Ve belki de işe “kuşak” safsatasını çöpe atarak başlamak…