27 Kas 2024
Yusuf Yüksekdağ*
Bu kısa metin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri Programı dahilindeki Domino Lectures kapsamında, Utrecht Üniversitesi’nden Dennis Nguyen’in “AI Hypes & Tech Imaginaries in Public Discourse” başlıklı konuşmasından ilhamla kaleme alınmıştır.
ChatGPT ve benzer sistemler hakkındaki söylemlerin nasıl üretildiği, akademik bir bağlamda olmasa da benim de sorguladığım bir konu. Büyük riskler, “mahvolacağız” ve her şeye kadir teknoloji, “ölümsüzlük geliyor” ikiliğinden sıyrılarak, bağlam, uygulama ve nüans bazlı değerlendirmelere girişmemiz gerekiyor. The New York Times ve The Guardian gibi başat İngilizce yayınlarda, yapay zekaya dair olası zararlar mahremiyet, önyargı, ayrımcılık ve güvenlik temelinde şekillenirken, bunun Türkiye ve diğer örneklerdeki yansıması ilk olası çalışma konularından biri. Bu yalnızca akademik bir proje değil. Eleştirel medya ve veri okuryazarlığının yöntem ve araçlarının gelişimi için de gerekli.
Ama Dennis’in konuşmasının ikinci kısmı, temsil ve kamuya içkin tartışmalardan çok, yapay zeka sistemleri ile etkileşimimize dairdi. En ilgi çekici meselelerden biri de ChatGPT’nin kendini nasıl görselleştirdiği idi. Karin van Es ile yaptıkları “Your friendly AI assistant” adlı çalışmada, ChatGPT’nin kendini dost canlısı bir asistan olarak tasvir edip görselleştirdiği, bunu yaparken de insan benzeri zekaya, duygulara ve güvenilirliğe sahip olduğu illüzyonunu yarattığına dikkat çekti. Bu tip bir anlatı haliyle teknolojinin yeteneklerini de abartıp, yersiz bir güveni de teşvik edebilir. Sorun, yalnızca yapay zekanın doğasının yanlış anlaşılması değil; aynı zamanda bu sistemlerin objektif, ultra-verimli ve adeta her şeye kadir araçlar olarak konumlandırılması. Teknolojiye atfedilen bu mutlak verimlilik miti, etik ve toplumsal sonuçların gölgede bırakılmasına neden olabilir. “Verimli olduğu sürece doğrudur” anlayışı, adalet, hesap verebilirlik ve hatta çevresel maliyetler gibi meselelerin ikinci plana itilmesine yol açabilir.
Türkiye’de de bu çerçevenin etkilerini daha yakından incelemek gerekiyor. Özellikle eğitim kurumları, bu teknolojilerin sunduğu fırsatlarla karşılaştıkları zorluklar arasında sıkışmış durumda. Buna dair odalarda toplanıp bir kılavuz oluşturmaktansa, önce bu etkileşimin boyutları, içeriği ve yöntemleri üzerine düşünmemiz gerekiyor. Örneğin, yüksek öğrenimde öğrenciler ChatGPT ile nasıl etkileşime giriyor? Teknolojinin sınırlılıklarını eleştirel bir şekilde sorguluyorlar mı, yoksa sunulan cevapları sorgusuz sualsiz doğru olarak mı kabul ediyorlar? Bu tür çalışmaların üstesinden gelmek hiç kolay olmasa da gerekli.
Türkiye’deki öğrencilerin ChatGPT gibi araçlarla nasıl etkileşime girdiği, bu araçları ne ölçüde dost ne ölçüde araç olarak gördüğü üzerine yapılacak araştırmalar, özgün örüntüler ortaya koyabilir. Özellikle giderek kar amaçlı bir servise dönüşecek olan ChatGPT özelinde, ödenen yüksek meblağlar bu dostluk algısına zarar mı verecek, yoksa bizi daha büyük bir güven ilişkisine mi sokacak, ya da teknolojik araçlara karşı eleştirel mesafemizi mi değiştirecek?
* Öğretim Üyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi