Savaş, Propaganda ve Dezenformasyon

Savaş, Propaganda ve Dezenformasyon

6 Ara 2023

Güventürk Görgülü

Gazetecilik filmlerine meraklı olanlar eminim 2017 yapımı The Post’u kaçırmamıştır. 2018’de yönetmeni Steven Spielberg’e en iyi film, Meryl Streep’e ise en iyi kadın oyuncu kategorisinde Akademi Ödülü kazandıran film, 1971’de, Vietnam savaşıyla ilgili hükümet tarafından kamuoyundan gizlenen bazı raporların gazetelere sızdırılması üzerine kurulu. Gerçek olay ve kişilere dayanan filmde The Washington Post’un yayıncısı ve yönetim kurulu başkanı Katharine Graham, hem hükümet baskısı hem de belgelere yayın yasağı getiren mahkeme kararı karşısında bir seçim yapmak zorunda kalır…

Her ihtimale karşı seyretmeyenler için filmi burada bırakayım ve sızdırılan belgelerin içeriğine döneyim. Sızdırılan raporlarda mealen, Vietnam savaşının en başından beri kazanılması mümkün olmayan bir savaş olduğu ifade edilmesine rağmen Nixon’ın başkan, Robert McNamara’nın savunma bakanı olduğu hükümet, bu gerçekleri halktan gizlemiştir. Hatta gizlemek bir yana savaşı uzatmak için Vietham’da işlerin çok iyi gittiği yönünde açıklamalarıyla, kamuoyunu açıkça yanıltmışlardır. The Post, bir taraftan gazeteciliğin ve ifade özgürlüğünün sınırlarını tartışırken bir taraftan da belirli çıkarlar uğruna çıkartılan savaşların yalansız yürütülemeyeceğini, toplumu yalanlara inandırmak için de hükümetlerin her türlü propaganda ve tehdit yöntemini kullanabileceğini gösteren çok özel filmlerden biri.

Şimdi diyeceksiniz ki “Bugün hâlâ böyle, değişen bir şey yok. Yalansız ve propagandasız savaş olmaz…” Evet elbette olmaz ama The Post’un anlattığı eski zamanlarla şimdiki arasında ciddi farklar var. Mesela farkların en belirgini bugünkü utanmazlık. O zamanlar yalanlar ortaya çıkmasın diye gizleniyor, çıkarsa özür dileniyor hatta istifa bile edilebiliyordu. Şimdilerde ise kameraların karşısına çıkıp aklınıza gelen ilk yalanı söyleyebilirsiniz, söylediğinizin yalan olduğu o anda ortaya çıkabilir ama ne size, ne temsil ettiğiniz, partiye, siyasi görüşe veya kuruma hiçbir şey olmayacağını garanti edebiliriz.

Bu aslında 2003’te Irak’ın işgali ile sonuçlanan ikinci körfez savaşına kadar uzanan bir yolun geldiği nokta. Hatırlarsanız Irak’ı işgal gerekçesi olarak kimyasal kitle imha silahlarından söz ediliyordu. Hafızası biraz kuvvetli olanlar o günlerin gazetelerinde Bağdat’tan İstanbul’u vuracak bir “Cehennem topu” ile ilgili haberleri, hatta bu topun resimlerini bile anımsayacaktır. Sonuçta Irak, Hükümet Sözcüsü Muhammed El Sahaf’ın neredeyse koalisyon askerleri arkasında belirene kadar sürdürdüğü bütün “karşı-propaganda” çabasına rağmen işgal edildi. Fakat ortada ne kimyasal silah, ne başka bir kitle imha silahı ne de cehennem topu vardı. Zira Irak en az on yıldır uluslararası ambargo altındaydı ve elindeki silahları bile doğru düzgün çalıştırmaktan acizdi.

Oysa öncesinde, 80’lerde ABD desteğiyle İran’a karşı yıllarca sürdürdüğü savaşta Saddam Hüseyin, ABD’nin verdiği kimyasal silahları bol bol kullanmış, hiç kimsenin sesi çıkmamıştı. 2003’te ise olmayan kimyasal silahlar yüzünden yüzbinlerce ABD askeri Irak’a girmişti. Peki bu yalan ortaya çıkınca ne mi oldu? Elbette hiçbir şey! 2003’teki işgal ve sonrasında ortaya çıkan kaosta, tahminlere göre bir milyon 200 bine yakın Iraklı ölürken George W. Bush ve Tony Blair ikilisi sonsuza dek mutlu yaşadı. Bugün bu ikilinin yaptıklarını Körfez’deki petrol yangınının önünde özçekim yapan Blair fotomontajıyla hatırlıyoruz. 

1980’lerden bu yana siyasetçiler için neredeyse ortadan kaldırılan “sorumluluk”, “hesap verme”, “bedel ödeme” gibi kavramlar, savaş ve işgal yoluyla ülkelerin kaynaklarına el koyma veya rakipleri zayıflatma stratejilerini de uluslararası alanda daha açık ve “meşru” hale getirdi. Demokrasinin, artık benzerler bile değil “aynılar” arasında seçim yaptığımız, Chomsky’nin deyişiyle  “Seyirlik demokrasi”ye indirgenmesinin doğal sonucu da bu değil mi zaten?

Mesela ABD başkanı Biden, Beyaz Saray koltuğuna oturduğu 2021’den beri Rusya’nın Ukrayna’yı işgali için açık çaba sarfetmekten çekinmedi. Bu çabalar sonucunda, 24 Şubat 2022’de gerçekten Rusya’nın Ukrayna’yı halihazırda devam eden işgal süreci başladı. Aynı Biden, 8 Aralık 2023’te BM Güvenlik Konseyi’nde 13 üyenin oyuyla kabul edilen “Acil insani ateşkes” kararını veto ederek oyunu İsrail-Hamas savaşının devamı için kullandı.

Günümüzde savaşların hiç sorumluluk almadan bu kadar açık teşvik edilmesi, biraz da devletlerin toplumu paralize etme süreçlerinde ustalaşmalarıyla da açıklanabilir belki. Öyle ya, artık hiçbir editoryal engele bağlı kalmadan, sosyal medya gibi virüs hızıyla yayılan bir aracı etkili olarak kullandığınızda, karşınızda ne doğru düzgün bir tepki, ne de toplumsal bir direniş oluşabiliyor. Örneğin Hamas’ın 7 Ekim'de Gazze Şeridi'nden İsrail'in güneyine sızarak sınır kasabalarını ve bir müzik festivalini basmasının hemen ertesinde sosyal medyada pek çok fotoğraf ve görüntü dolaşmaya başladı. (https://teyit.org/analiz/videonun-hamasin-kacirdigi-bebegi-gosterdigi-iddiasi) Kaçan insanlar, kanlı görüntüler, kamyonet arkasındaki bedenler, rehineler, eli silahlı ve yüzleri örtülerin ardına gizlenmiş islamcı militanlar çok kısa sürede herkesin aklına İŞİD’in servis ettiği mükemmel prodüksiyonla hazırlanan vahşet videolarını getirdi. Hamas’ın rehineleri çıplak olarak meydanlarda gezdirdiği, bebeklerin kafasını kestiği söylentileri yayıldı. (https://tr.euronews.com/2023/10/12/hamasin-bebeklerin-basini-kestigi-iddiasi-kim-ne-dedi) Hatta bu iddia İsrail Başbakanlık Ofisi tarafından, hatta Biden tarafından “teyitli bilgi” olarak açıklandı ve daha sonra CNN muhabiri Sara Sidner’in özür dilemesine neden oldu. Ancak tabii ki İsrail başbakanına veya ofisindeki yetkililere hiçbir şey olmadı.

Diğer yandan, İsrail-Hamas savaşı, yerleşik ve geleneksel yayın organlarının fikri önyargıları ve angajmanlarının da sosyal medya manipülasyonlarından aşağı kalmadığını bir kez daha hepimize hatırlattı. BBC’nin aşağıdaki haberde görebileceğiniz gibi  Gazze’de ölenlerden “dead” (öldü), İsraillilerden ise “killed” (öldürüldü) diye söz etmesi bunun çok tipik bir örneğiydi.

Bu arada elbette Hamas da boş durmadı. Kendisini İŞİD videolarının yarattığı önyargılardan kurtarabilmek ve dünyayı “islamcı terörist” değil de, “ülkesini savunan düzenli bir ordu” olarak konumlandırmak için değişik propaganda videoları kullandı.  

Fakat son yıllarda savaşlarla birlikte ortaya çıkan iki farklı durum daha var. Bu değerlendirmede bunları gözardı etmek olmaz. 

Bunlardan birincisi İsrail-Hamas savaşında oldukça belirgin hale gelen bir “anti-diploması”nin ortaya çıkması. Bu özellikle İsrail’in diplomatik çabalara karşı saldırgan bir tutum takınmasına atıfla söyleniyor. El Cezire internet sitesinde İsrail-hamas çatışmasına ilişkin bir yorumda Katar Hamad Bin Khalifa Üniversitesi öğretim üyesi Marc Owen Jones, arabuluculuk faaliyetleri nedeniyle İsrail’in Katar’ı hedef aldığı iddiasını gündeme getiriyor ve bu faaliyetleri anti-diploması olarak nitelendiriyor. 23 Kasım'da, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilen Twitter hesabından, bir İsrail askerinin Gazze'deki El Şifa Hastanesi yakınlarındaki bir Hamas tünelinde ilerlediğini gösteren kurgulanmış bir videoda Katar'a üç kez atıfta bulunulduğuna ve özellikle tünelin "Katar yerleşkesine" yakınlığına işaret edildiğine dikkat çeken Jones, bunu Katar’ın arabuluculuk faaliyeti üzerinde İsrail’in baskı kurma çabası olarak nitelendiriyor: “Propaganda söz konusu olduğunda hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmez, kelimeler dikkatle seçilir. Katar'ı Hamas'la ilişkilendirmeye çalışmak ve İsrail'in El Şifa'nın silahlı Filistinli grup için bir komuta ve kontrol merkezi olarak hizmet ettiği yönündeki söylemi daha geniş bir girişimin parçasıdır.”

Dikkat çekmek istediğim ikinci ve son nokta ise propaganda ve dezenformasyonun da ötesinde, bazı özel çıkarlar sözkonusu olduğunda bazı savaşların tamamen gündem dışına itilmesi ve adeta hiç yokmuş, hiç yaşanmıyormuş gibi davranılması. Bu, belki de sivil halkların tarihe bile geçmeyecek bir soykırıma maruz kalmaları anlamına geliyor. Örneğin, ilgili birkaç bölge uzmanı dışında hiç birimiz Suudi Arabistan’ın Yemen”e saldırısında ne olduğunu biliyor muyuz? Hatta böyle bir savaşın devam edip etmediğinden bile haberimiz yok değil mi? Yemen, Libya, Sudan veya Afrika’nın başkaca bölgelerinde, dezenformasyonu da aşan “enformasyon karadelikleri”nden söz edebiliriz belki. 

2023’ün kısa bir değerlendirmesi, doğru bilgiye ulaşma konusunda işlerin pek de iyiye gitmediğini gösteriyor. Dünya, geleneksel medyanın eşik bekçilerinden kurtulmayı beklerken devletler, özel manipülasyon kurumlarıyla adeta o eşiklerin sahibi haline geldi. Ancak elbette toplumlar buradan da çıkmanın bir yolunu bulacaktır. Biz de zaten bunları tartışmak için burada değil miyiz!