30 Ağu 2024
Halil Nalçaoğlu
Geçtiğimiz günlerde Instagram “kesildi.” Çocukluğumuzdan elektriklerin kesilmesine alışığız. O zamanlar, diyelim ki 50 yıl önce, her evde mum ve gaz lambası bulunurdu. Bir şekilde idare ediyorduk. Şimdi VPN var. Hâlâ idare ediyoruz. Elektrikler kesilince konuşma ağırlıklı oluyordu ev yaşamı. Radyo da gidiyordu çünkü. Şimdi düşünüyorum, elektrik kesintileri yüz yüze etkileşimi ve sözlü iletişimi tetikliyordu. Yaz aylarıysa insanlar uzun kesintilerin etkisini hafifletmek için sokaklara çıkardı. Maksat muhabbet olsun, vakit geçsindi.
Günümüz sosyal medya ortamı için yeni sözlü iletişim ortamı diyebiliriz. “Sözlü” diyorum çünkü işlev olarak eski çağların toplanma mekanlarını hatırlatıyor. Fizikî olarak bir araya gelmeden iletişim kuruluyor sosyal medya üzerinden. Modern çağın agorası yakıştırması bu nedenle yapılıyor sosyal medyaya. Evet modern yaşam insanları birbirlerinden uzaklaştırdı, yüz yüze etkileşime yeni bir boyut kattı. Ama aynı zamanda teknoloji insanları farklı bir şekilde olsa da yakınlaştırdı.
Biraz gerilere gidelim. Yazının etkin biçimde yaşamları belirlemediği çağlara, birincil sözlü kültür çağına. Toplumsal bir varlık olan insanın her şeyi konuşmak ve dinlemekti o çağlarda. Söz her şeydi. Bilgi üretimi, paylaşımı ve depolanması sözle gerçekleşiyordu. Depo doğal olarak insan hafızasıydı. İlyada’nın yazılı değil, hatırlanan sözler olduğunu düşünün. Müzik, performans, şiir, çok uzun kültürel içeriği hatırlamak için kullanılan teknikler o çağın iletişiminin yapı taşlarıydı. Sonra yazı geldi.
Fonetik alfabenin egemen olmaya başlaması ile söz, deyim yerindeyse gözden düştü. Hatırlama yerine yazma, konuşma yerinde okuma, kayıt tutma, mektup, kitap yazma gibi eylemler iletişimin yapı taşları olmaya başladı. Yazı, sözü temsil eden bir teknoloji olarak algılanmaya başladı. Yazının bütün derdi sanki söz gibi olmaktı. Gramer kuralları, noktalama işaretleri yazılı olanın okunurken konuşur gibi işitilmesini sağlamak için günden güne yetkinleşti. Artık otorite yazıdaydı. Ne var ki yazı hep söze referans verdi. Yazının içeriği sözdü çünkü. Sonra matbaa geldi.
Matbaa sözü demokratikleştirdi. İlk basılan kitap İncil oldu. Tanrı sözünü artık ruhban sınıf değil herkes okuyabiliyor, kendince yorumlayabiliyordu. Yasa yazıya geçmişti zaten, şimdi kitaplar sayesinde herkese ulaştı. Sözün yazıya aktarılması, sözün egemen olduğu çağdan bir şeyler alıp götürdü. İnsan etkileşimi ve iletişim arasında bir boşluk oluştu. Etkileşim olmadan iletişim kurabilmenin ilk teknolojisi yazı ve matbaadır. Sonra sözü basılı metinlerden daha “iyi” temsil eden teknoloji olarak fonograf icat edildi. Kelimenin tam anlamı ile sesin yazılmasını ifade eden fono-graf, görüntünün yazılması sinematograf (kinema + graphein; hareket + yazı) hep yazı metaforu ile geldiler. Mucit, her gelişmede sözü kayıt altına aldığını (yazdığını) düşündü. Diyebiliriz ki yazı geldikten sonra sözün ‘ötekisi’ olarak yerini perçinledi. Ancak insanların fiziki olarak ve aynı an içinde biraradalıklarını tescilleyen sözün otoritesi hep kabul edildi. Sonra internet geldi.
İnternet ya da dijital iletişim insan duyularının her biri için geliştirilen teknolojileri tek bir destek sistemi üzerinde buluşturdu, birleştirdi. Artık kağıt da, bakır kablo da, manyetik bant da, elektromanyetik dalgalar da, birler ve sıfırlardan oluşan ikili kod sisteminde bütünleşti, birleşti. İkili kod sistemi ile iletişim ve enformasyon arasına bir boşluk girdi. İçerik ve içeriği taşıyan teknoloji ayrı dünyalara ait iki sistem haline geldi. Fotoğraf, ses, video aynı kodlarla üretildi, depolandı ve iletildi. Şimdi dünya fiziki sınır tanımayan büyük bir agora. Bir tür hiper-sözlü kültür mekanı. Bütün bunlar olurken söz, tersine pek çok iddiaya rağmen, otoritesini korudu. Bunu nasıl anlıyoruz?
Instagram’ın yasaklanması ile başladım. Instagram tabii sözlü bir mecra değil. İçinde söz var, yazı var, görüntü var, hareketli görüntü (video) var. Ama Instagram bir hiper-sözlü kültür ürünü. Çünkü Instagram konuşmuyor ama konuşuluyor. Aynı kısa zaman diliminde bir Youtube sokak röportajında konuşan yurttaş söylediklerinden dolayı önce gözaltına alındı, tutuklandı ve yıldırım hızı ile hapis cezası aldı. Yine aynı günlerde Can Atalay’ın milletvekilliği ile ilgili gerçekleşen meclis oturumunda kürsüde konuşma yapmakta olan Ahmet Şık’a saldırıldı, konuşması engellendi. Bu üç zorlama sözün etkin gücünü göstermiyor mu? Ne düşünürseniz düşünün, sorun yok. Konuştuklarınızı söylemek, söylediklerinize bağlı olarak cesaret istiyor. Çünkü toplumun kurucu etkinliği iletişim ancak etkileşime, yani, eyleme yol verdiği zaman asıl gücünü kazanıyor. İnsanlar konuştukça iktidarlar tedirgin oluyor. Çünkü sözle kurulan güç sözle yerinden oluyor. Reklamcılar bilir. En güçlü reklam kulaktan kulağa yayılan sözle taşınan reklamdır.