25 Haz 2024
Aylin Dağsalgüler
Türkiye’nin lider siyasi partisi ve ortakları medyanın çoğunluğuna sahip olduktan sonra pek çok anaakım gazeteci televizyon ekranlarından uzaklaştırıldı. İİE Bülten’in bu sayısında Güventürk Görgülü’nün yazısı ve yazısının referans noktası olan Alacakaranlıkta Gazetecilik başlıklı kitabı Türkiye’deki medyanın dönüşümünü neoliberalizmin yarattığı hasar üzerinden inceliyor. Türkiye’nin politik iklimi değiştikçe televizyon ekranlarından kovulan gazeteciler YouTube mecrasında yayına başladılar. Bunun birçok gazeteci için hayatlarını yeniden kurmak anlamına geldiğini biliyoruz. Ben bu sebeple desteklediğim, yorumlarını izlediğim/dinlediğim gazetecilerin YouTube kanallarına abone olup, beğenme tuşuna tıklamayı ihmal etmiyorum.
Televizyon ekranı veya diğer ekranlarda karşımıza çıkan iki içerik türünde eğlence içerikleri haberlerden hep daha yoğundur. Haber yoğunluklu ekranlara bakmak da bir çeşit boş zaman aktivitesi olarak merakımızın, haberleri takip etme arzumuzun bir parçası. Hatta haberleri izlerken de eğleniyoruz diyerek daha ileri gideyim. Ama bu yazının konusu haberler ve anaakımda artık olmayan gazeteciler değil. Anaakımda artık olmayan ve kendilerini YouTube’da yeniden var etmeye çalışan eğlence içeriklerinin özneleri. Mesela Hülya Avşar.
‘Dönemin ruhu’ bugünü veya geçmişi açıklamak için kullanışlı bir kavram olabilir. 90’larda yayına başlayan özel televizyon kanalları ile popüler kültür özneleri müzikle, sinemayla, dizilerle, tv şovlarıyla daha görünür oldular. Aynı dönem magazinin, ünlülerin hayatına olan ilginin de yoğun olduğu ve bu içeriklere ulaşılabilecek ortamların televizyon, gazete ve dergiler olduğu dönemdi. Televizyondaki magazin programları, ünlülerin konuk olduğu şovlar, gazetelerin magazin sayfalarının yanında hafta sonu kuşe kağıda basılı olarak verdikleri dergilerde sadece moda, güzellik, popüler mekan bilgileri değil, ünlülerin ‘hayatla’ ilgili düşünceleri de konu olurdu. Evlilik, çocuk sahibi olmak, aile en çok konuşulan konuların her zaman başında gelirdi. Zaten bugünün dizilerinde de konular hala bu üçgenin etrafında dönüyor. Hülya Avşar da eski ilişkileriyle, evliliğiyle, boşanmasıyla, hepimizin gözü önünde büyüyen kızıyla iyi bir magazin içeriğiydi (‘malzemesi’ yazmaya elim gitmedi). O dönemin ruhuna göre çalışan magazin muhabirlerinin kendisini zorladığına, yıprattığına eminim ama ispatlayamam. Bu kadar göz önünde olmak kişiyi elbette zorluyordur. O zamanlar yine aynı mikrofonlara kendisi de serzenişte bulunmuştur.
Sonra televizyon ekranlarındaki içerikler, isimler değişmeye başladı. Artık Hülya Avşar Şov izlemek istemedik. Beyazıt Öztürk’ü, Mehmet Ali Erbil’i izlemek istemediğimiz gibi. Saydığım üç isimden biri televizyona, biri YouTube’a döndü. Beyaz da yeni sezonda ekranda olursa şaşırmam. 90’larda ekranda olmanın yarattığı şımarık özgüven, bugün dönemin ruhunda artık hadsizlik olabiliyor. 90’larda “kimse seninle evlenmedi mi” sorusuna verilecek cevap ve sesi duyulacak tepki azken, bugün sosyal medya sayesinde bir hadsize had bildirilebiliyor. Özel hayatın ünlüler için de özel olduğu artık kabullenildi. Bunun ihlalini her gün görmeye devam etsek de... Ama burada karşılaştığımız durum bir özel hayat ihlalinden öte. Kadının kadına yaptığı şiddet. Kadının kendini evlilik cüzdanıyla, annelikle tanımlayıp üstün görmesi hali. Zamanında bunlara sahip olma şekliyle veyahut sahip olmasaydı en çok eleştirilecek kişinin kendi olacağını bile bile.
Eğer bu dikkat çekme, YouTube’da görüntüleme sayısını arttırma çabasıysa kötü yoldan da olsa başarıya ulaştı Hülya Avşar. Ama Meryem Uzerli’ye tavrının bir çeşit şiddet olduğunun farkındaysa ve ekranları 90’ların renkli özel televizyonları gibi sanıyorsa o dönem geçti. Dönemin ruhu içinde Hülya Avşar’ın da devri geçti. Renkli televizyon dünyasının cenazesini çoktan kaldırdığı isimlerin namazlarını yeniden kıldırmaya kalkarsanız o enkazların altında kalırsınız.