Temukrasi

Temukrasi

30 Nis 2025

Halil Nalçaoğlu

Temu’dan ıvır zıvır satın almayan var mı? Markasız, ucundan tuttuğunuzda parçası elinizde kalan, “satın al” tuşunu tıkladığınızda gördüğünüz resim ile elinizde tuttuğunuz ürün arasında tarifsiz farklar olan tüketim ürünleri... Bir seferde toplam harcama kısıtına, sürekli arttırılan gümrük vergisine rağmen size ulaşan ürün o kadar ucuz oluyor ki çoğu kez iade etme zahmetine bile katlanmadan çöpe gönderiyorsunuz aldıklarınızı. O kadar ucuz ki uğraştığınıza değmiyor yani.

Bence Temu bir e-ticaret uygulamasından daha fazla bir şey. Temu, yeni küresel düzenin kültürel-ideolojik arayüzü. Demokrasi diye bildiğimiz değerler sistemi zihin haritamızdan yavaş yavaş silinirken, ufuktan görüş alanımıza giren psikolojik manivelalı, sinsi cazibesiyle satın alma kararını agresif biçimde geri sayan saniyelere bağlayan modern bir panayır. Bu düzene bir ad vermek gerekse Temukrasi derdim.

Temukraside oy kullanmak, “satın al” düğmesini tıklamak anlamına geliyor. Her tık, fikirlerin ilkeleri yendiği, kolaycılığın ve ucuzluğun vatandaşlıkla yer değiştirdiği, haklar yerine düşük maliyetin kutsandığı, vatandaşlığın tüketiciliğe evrildiği bir düzeni onaylamak anlamına geliyor.

Geleneksel olarak, küresel endeksler demokratik yönetişim ve ekonomik kalkınma arasında güçlü bir korelasyon olduğunu göstermiştir. Demokrasilerin yenilikçiliği teşvik etmede, hakları güvence altına almada ve uzun vadeli büyüme yaratmada daha etkili olduğu söylenirdi. Ancak 1990'lardan bu yana, bu düzenli anlatıyı karmaşıklaştıran yeni bir model ortaya çıktı. Küreselleşmeyle birlikte dünya sadece Thomas Friedman'ın iyimser bakış açısıyla daha düz bir hale gelmekle kalmadı; karmaşık bir şekilde birbirine bağımlı hale geldi. Yeni küresel ekonomik model, Wallerstein'ın dünya-sistemi teorisindeki eski merkez-çevre ikileminden ziyade işlevsel bir işbölümüyle ilgiliydi.

Ekonomik refah ile demokrasinin el ele yürüdüğü fikri, kulağa hoş gelen ama tarihsel gerçekliği fazlasıyla basitleştiren bir anlatıdır. Batılı toplumlar vakum içinde ekonomik refah düzeyine ulaşıp ardından “haydi şimdi sıra demokraside” demediler. Elbette Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini andıran, temel ihtiyaçlar karşılandıkça özgürlük ve katılım talebinin arttığını ima eden bir korelasyon görülebilir; fakat bu yüzeysel bir gözlemdir. Avrupa’da, özellikle Batı Avrupa ve Birleşik Krallık’ta refahın zemini, aristokratik ayrıcalıkların üzerine kurulan erken sanayi kapitalizmi ve bu dönemde yaratılan devasa artı değerdir. Bu sermaye birikimi sadece içerideki emekçilerin acımasız sömürüsüyle değil, esas olarak dışarıda—sömürgelerde—gerçekleştirilmiştir. Bugün demokrasinin beşiği sayılan bu ülkelerin tarihleri, kolonilerdeki kaynak yağması, zorla çalıştırma sistemleri ve kültürel tahribatlarla iç içedir. Böyle bakıldığında, Batı demokrasisinin inşasında yalnızca yurttaşların değil, yurttaş bile sayılmayan, hakları tanınmamış, sesi bastırılmış milyonların payı vardır. Bu ayrıcalıksız toplulukların Batı demokrasisini deyim yerindeyse “finanse ettiği”ni söylemek, tarihsel bir sorumluluk değil de nedir?

Sermaye birikimi, teknolojik ilerleme ve yaşlanan nüfusla desteklenen Batı demokrasileri, yönetim, finans, markalaşma ve bilgi odaklı hizmet ekonomilerine doğru kaydı. Bu arada, mikroçiplerden spor ayakkabılara, güneş panellerinden parti hediyelerine kadar mal üretmenin maddi emeği, ucuz işgücü, merkezi yönetim ve daha az düzenleme ile demokratik olmayan veya kırılgan demokratik devletlere aktarıldı. Batılı parası neyse vereyim, yeter ki ellerim kirlenmesin dedi.

Çin bu sistemi tek başına tasarlamadı; bu sisteme davet edildi, itildi ve zaman zaman ekonomik olarak zorlandı. Maoist izolasyonun uzun gölgesinden çıkan Çin, beraberinde muazzam, disiplinli ve genellikle yetersiz istihdam edilen bir işgücü, tüketime uyanan hırslı bir orta sınıf, devasa bir doğal kaynak tabanı ve hem Konfüçyüs etiğine hem de tarihsel kıtlığa dayanan kültürel bir çalışkanlık ahlakı getirdi. Öte yandan Batı'nın yatırım yapacak sermayesi, doyurması gereken pazarları ve üretim maliyetlerini düşürmeye yönelik derinleşen bir ihtiyacı vardı. Çin, ucuz elektronik, taklit moda ve temel makineler gibi taklit endüstrilerle işe başladı. Bugün ise nadir toprak metalleri, yarı iletkenler, gelişmiş robotik, elektrikli araçlar ve yapay zekâya dayalı platformlar gibi tüm endüstriyel spektrumu kapsıyor. Üretiminin şaşırtıcı genişliği artık Batı tüketiminin tamamını yansıtıyor.

Bugün Temu'da gezinmek, sadece ucuz bir telefon kabı ya da plastik bir saç tokası seçmek değil; dünya ekonomisinin nasıl çalıştığını, emeğin nerede yoğunlaştığını, hakların nasıl eridiğini, demokrasinin nasıl yavaşça boş bir kavrama dönüştüğünü deneyimlemek demek. Temukrasi tam da bu: Tüketiciliği vatandaşlığın yerine koyan, ucuzluğa duyulan arzuyla siyasal sorumluluğu eriten, hak talebini kargo takibi heyecanına dönüştüren bir rejim. Demokrasi artık seçimle değil, sepete eklemeyle işliyor; sesimizi sandıkta değil, “puan kazandın!” bildiriminde buluyoruz. Her şey parmağımızın ucunda, ama hiçbir şeye gerçekten dokunamıyoruz. Temukrasi, sadece Çin’in ürünü değil; kolektif tercihlerimizle hep birlikte inşa ettiğimiz yeni bir düzen. Üstelik sadece bugünü değil, geleceği de yeniden biçimlendiriyor: O gelecekte yurttaş değil, kullanıcıyız; hak sahibi değil, kampanya takipçisiyiz. Ve belki de en kötüsü, bunu çoğu zaman hiç fark etmiyoruz.