2 May 2024
Halil Nalçaoğlu
O zamanlar “dağın başı” diye tarif ettiğimiz ODTÜ kampüsünün kapısından içeri öğrenci olarak girişim üzerinden 45 yıl geçmiş. Ben 18 yaşıma, Türkiye kritik bir eşiğe, 1980 askerî darbesine yaklaşıyordu. O tarihten itibaren üniversite kampüslerinde sayısız kargaşaya, kavgaya ve hatta cinayete tanıklık ettim. ODTÜ kampüs yemekhanesi içinde silahların ateşlendiğini de gördüm, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde siyasi bir cinayete kurban giden ofis komşum Ahmet Taner Kışlalı’nın anma töreninde de bulundum. Gerginlik konusunda biraz konuşabilirim sanırım.
Türkiye’de üniversite, ifade ettiği çok sayıda olumlu anlamın yanında, kimi zaman bunları gölgeleyen olumsuzluklar da sunar. Bu hep gerilimli üniversite hayatımın istisnası ABD’de geçirdiğim 6 yıldır. Bugün ABD’de üniversite kampüsleri alabildiğine karışık. Akademik topluluğun ortadan ikiye yarıldığı, yöneticilerin ve öğrencilerin farklı kutuplarda konumlandığı bir dönemden geçiyor ABD üniversiteleri. Bunun nedeni Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e karşı düzenlediği terör eylemi ve İsrail güvenlik güçlerinin bugün hala süren vahşi ve soykırımsal intikam saldırıları. Bu cümlede “terör” ve “soykırım” sözcüklerini bilerek kullandım. Bu tercihlerime çatışmanın Filistin tarafını da İsrail tarafını da haklı bulanlar şiddetle itiraz edecektir. Benim derdim herkesi mutlu etmek, herkesten onay almak değil doğal olarak. Ancak Nisan ayı içinde Türkiye üniversitelerinden öyle bir ses yükseldi ki onay almanın ya da eleştirilmenin ötesinde mutlaka ifade edilmesi gereken başka düşüncelere daldım.
Türkiye’nin Ankara, İstanbul, ODTÜ, Boğaziçi gibi önde gelen üniversiteleri (ve daha pek çoğu), resmi sosyal medya hesaplarından veya bizzat rektörlerin hesaplarından ABD kampüslerinde polisin Filistin yanlısı gösteri yapan öğrencilere dönük “orantısız” güç kullanımını protesto ediyor, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü tedhiş kampanyasını kınıyordu. Örneğin ODTÜ, “Üniversite öğrencilerinin gösterdiği barışçıl tepkiye karşı gösterilen orantısız tepkiyi temel insan hakları ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olarak kabul ediyor, derin bir üzüntü duyuyor ve şiddetle kınıyoruz” diyordu. Ne tuhaftır ki, bu sözler sarf edilirken ODTÜ Rektörlük binasının önünde geleneksel bahar şenlikleri yasaklanan öğrenciler oturma eylemindeydi. Boğaziçi üniversitesi rektörü Prof. Naci İnci “Gazze’de yaşanan soykırıma karşı ABD kampüslerinde gerçekleşen barışçıl eylemlere yapılan insanlık dışı polis müdahalelerini ibretle ve dikkatle” izlediğini belirttikten sonra, üniversitenin aynı konuda yaptığı açıklamaya gelen tepkileri de “ibretle” izlemeye geçiyordu. Tepkiler doğal olarak Boğaziçi kampüsünde üç yıldır süregiden protesto eylemlerinden dem vurarak İnci’yi tutarlı olmaya davet ediyordu. Ancak ABD kampüslerindeki eylemleri haklı ve barışçıl bulan rektör, kendi üniversitesindeki protestoları “küçük bir elitist grubun eylemleri” olarak niteliyor, bu grubu “kendi çıkarları için kendi üniversitelerini itibarsızlaştırmaktan başka gündemi” olmamakla suçluyordu. Bu ve benzeri açıklamaları onlarca üniversite yetkilisinden işittik.
Şimdi ABD’de olan bitene biraz daha yakından bakalım ve Columbia Üniversitesi’ne odaklanalım. Hatırlanacaktır, İsrail uçakları Gazze Şeridi’ni yerle bir etmeye başladığı günden itibaren ABD kampüslerinden sesler yükselmeye başlamıştı. Bu kampanyanın hala devam eden faturasını insan hayatıyla ölçmek doğru olmayabilir. Ama bugün Gazze’de ölü sayısı 35 bin’e yaklaştı. Birkaç istisna dışında başta ABD olmak üzere Batılı büyük devletler bu süreçte İsrail’i destekledi ve yürütülen ölümcül operasyona hem maddî hem de moral destek sundu. Bu desteğin ABD üniversitelerindeki sonucu Pennsylvania Üniversitesi, MIT, Columbia ve Harvard gibi önemli kampüslerdeki müslüman öğrencilerin ve onları destekleyen her kesimden öğrencinin güçlü tepkisi oldu. Bu tepkiler kimi zaman yahudi karşıtı sloganlara dönüşünce kıyamet koptu.
Temsilciler Meclisi Eğitim Komitesi’nin Cumhuriyetçi başkanı yukarıda andığım dört üniversitenin rektörünü derhal sorguya çağırdı. Columbia rektörü Nimet Şefik (Nemat Shafik) haricindekiler (kendisi o esnada ABD dışında idi) Meclis komisyonu üyeleri karşısında uzun ve acımasız sorgunun yanı sıra inanılmaz bir soruya muhatap oldular: “Yahudilerin soykırıma uğratılması çağrısı üniversitenizin kurallarını veya davranış kodlarını ihlal ediyor mu? Evet ya da hayır diye cevap verin!” Bu soruya nasıl yanıt verdiler dersiniz? Ne evet dediler, ne hayır. Yanıtları “bağlama göre değişir” oldu. Çünkü ifade özgürlüğüne önem verilen bir ülkede fikirler ne kadar keskin, hatta şok edici olursa olsun fikirdirler ve cezai yaptırıma tabi tutulmaları için çok özel bazı şartların gerçekleşmesi gerekir. Nisan ayı sonlarına doğru Prof. Şefik de Komite karşısına çıktı ve onun yanıtı net bir ”evet” oldu: “Böyle bir çağrı Columbia Üniversitesi kurallarına ve davranış kodlarına aykırıdır.” Kendisinden önce ifade özgürlüğünden yana tutum takınan üç rektörün akıbetine (istifaya zorlanmak) bakarak böyle demek zorunda kaldı Nimet Şefik.
Şefik koltuğunu korudu ama Komite karşısına çıkacağı günün gecesinde Columbia Üniversitesi kampüsüne çadırlarla Gazze Dayanışması Kampı kuran öğrencilerin ve akademik topluluğun önemli kısmının güvenini yitirdi. Kongre dönüşü üniversite yöneticileri, dekanlar ve öğrenci liderleri ile uzlaşmaya çalıştı, öğrencilerden çadırlarını sökmelerini ve eyleme son vermelerini istedi. Öğrenci liderliğinin yanıtı net oldu: “Sen de İsrail’le iş yapan şirketlerle üniversitenin ilişkisini keseceksin.” İmkansızı istediklerini bilen öğrenciler ertesi gün kampüse çağrılan New York polisi tarafından sert bir müdahaleye uğradı. Rektör on yıllar sonra ilk kez kampüse polis çağırmıştı. İşte Türkiye üniversitelerinin tepkisini çeken müdahale budur.
Hepsini okumayacağınızı bile bile alfabetik sıra ile listeliyorum:
Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Amasya Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Ardahan Üniversitesi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Bartın Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Kahramanmaraş İstiklal Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, İskenderun Teknik Üniversitesi, İstanbul Nişantaşı Üniversitesi, İstanbul Kent Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Kayseri Üniversitesi, Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Pamukkale Üniversitesi ve Tarsus Üniversitesi (kaynak Anadolu Ajansı 26.04.2024)…
aşağı yukarı aynı sözcüklerle ABD polisini ve İsrail’i kınadı.
Hemen belirteyim, ben de İsrail’i ve ABD’li öğrencilere reva görülen müdahaleyi kınıyorum. Ama birkaç farkla. (1) Bunu kendi sözcüklerimle yapıyorum; (2) kendi ülkemde tezahür eden benzer müdahaleleri ve hak ihlallerini de kınıyorum; (3) ABD’de yaşanan gerilimin aslında ifade özgürlüğü ve adalet temelli bir tartışmadan kaynaklandığını görebiliyorum. Kongre Eğitim Komitesi başkanı ortaya mealen “Yahudilere soykırım çağrısını onaylıyor musunuz?” gibi bir kriter koyarak, ifade özgürlüğü sınırlarını belli bir inanç grubuna indirgemiş, bu nedenle adaletsiz davranmıştır. Bu sözlü şiddet rektörleri içinden çıkılması imkansız etik bir açmaza sürüklemiştir. Harvard, MIT ve Upenn rektörleri tercihlerini kendi akademik toplulukları ve öğrencilerinden yana kullanırken Columbia rektörü bunu başaramamıştır. Bu kadar basit…
Basit değil elbette. Yazının başında 45 yıldan bahsettim. Dile kolay, neredeyse yarım asırdır üniversite denen ilginç oluşumun bir şekilde içindeyim. Burası gerçekten ilginç bir yer. Başka bir çok faktörün yanı sıra üniversiteyi özellikle ilginç kılan şu galiba: Burası öğrencilerin hayatlarında ilk kez ciddi anlamda önemli toplumsal konular hakkında taraf olmak zorunda kaldıkları ya da taraf olmayarak taraf oldukları bir yer. Burada takınılan tutumlar, alınan kararlar ve benimsenen ilkeler öğrencilerin sonraki yaşamlarında atacakları adımları bir şekilde belirliyor. İşte bu nedenle öğretim elemanlarının ve üniversite yöneticilerinin üzerine titremeleri gereken bir yer üniversite. Öğrenciler şu veya bu görüşü benimsesinler diye değil elbette. Üniversite ilginç bir yer olmaya devam etsin diye. Bu da bir tercih meselesi tabii.