Toplumun kendi anaakım medyasını tartışmasının zamanı gelmedi mi?

Toplumun kendi anaakım medyasını tartışmasının zamanı gelmedi mi?

25 Haz 2024

Güventürk Görgülü

Mayıs ayında Alacakaranlıkta Gazetecilik başlıklı kitabım yayınlandıktan sonra çeşitli mecralarda yaptığım söyleşilerin hemen hepsinde söz dönüp dolaşıp anaakım medyaya geldi. Bu, bir miktar kitabın kendi içindeki bir önermeyle de ilgili. 2000’lerde özellikle de 2007 sonrasında Türkiye’de anaakım medyanın tamamen ortadan kalkmasının/kaldırılmasının ve bu olayın da bu kadar kolay gerçekleşmesinin nedeninin 1990’larda kurulan neoliberal medya düzeni olduğunu söylüyorum. Bunun için de 1990’larda olan bitenleri, hükümet politikalarındaki değişimi, piyasalarda ve şirket yapılarındaki değişimi, bu değişimin çalışanlara nasıl yansıdığını gazeteciler özelinde açıklamaya çalışıyorum. 30 Mayıs’ta Gazete Duvar’da yayınlanan söyleşimizde Bilgi’den eski çalışma arkadaşım Beyhan Sunal’ın, başlığı “Ana akım gazete yok, ana akım gazeteci var” diye vermesi de bu nedenle pek tesadüf değil. 

Türkiye’de ana akım tartışması son olarak Mart 2018’de Hürriyet Gazetesi ve Doğan Grubu’nun tüm yayınlarının Demirören Holding’e satışından sonra gündeme gelmişti. Bu satışla birlikte Türkiye’de anaakım medyanın son temsilcisi olarak hayatta kalma mücadelesi veren Hürriyet Grubu da kendinden önce işlevsizleştirilen Sabah, Milliyet, Star gibi grupların yanında yerini aldı. Aynı yılın aralık ayında gazeteci Kadri Gürsel’in televizyonda bir söyleşide gazetecilik standartları ve etik kurallar üzerine yaptığı konuşma, anaakım tartışmasını alevlendirmişti. Ben de bu konu üstüne Dünya gazetesindeki “Artık ana akım medya değil ana akım gazeteci var” başlıklı köşe yazımda ana akım medyanın Türkiye gibi vaktinden önce ortadan kaldırıldığı yerler dahil olmak üzere tüm dünyada zayıfladığını, ancak anaakımdaki mesleki standartları sürdürmeye çalışan gazeteciler için -o zamanki haliyle- Twitter’ın ana akımın yerini almaya başladığını yazmıştım.  

Anaakım medya dediğimizde iki temel unsur öne çıkıyor. Bir tanesi elbette gündem belirleme gücü. Yani neyin tartışılacağına karar verecek kadar toplum gözünde güçlü ve güvenilir olmak. İkincisi ise ekonomik olarak sürdürülebilir bir modele, gelir gider dengesine sahip olmak diyebiliriz. Burada bir gazete ya da televizyonun bir sermaye grubunun parçası olsa dahi, okur ve reklam geliriyle ayakta durabilmesinden, haberin üretim maliyetini karşılayıp kâr edebilmesinden söz ediyoruz. Bu tabii ki burada yazdığım kadar masum bir durum değil. Anaakım medya, herkesin malumu olduğu ve Chomsky’nin 1997’de yazdığı “Anaakım medyayı anaakım yapan nedir?” başlıklı makalesinde ayrıntılı olarak açıkladığı gibi belirli bir ekonomik ve siyasi sistemin yeniden üretilmesinin en büyük aracısı durumunda. Chomsky, anaakım medyada neyin haber olacağına dair karar veren hiçkimsenin tesadüfen orada olamayacağını, medyadaki veya üniversitelerdeki kadroların neredeyse anaokulunda başlayan bir eleme süreciyle belirlendiğini söylüyor.

Ancak bütün bunlara rağmen, bugün sözünü ettiğimiz gazetecilik standartları ve mesleki etik kodların refah toplumu döneminde, anaakım medya içinde olgunlaştığını ve yerleşik hale geldiğini biliyoruz. Anaakım medyayı bugün hâlâ tartışmamızın, varlığını sorgulamamızın nedeni de bu standartların üstüne çıkabilen yeni bir konsensüs oluşamaması zaten. 

Şimdi gelelim, sosyal medyanın anaakım medyanın yerini alması konusuna. Evet, çok değil birkaç yıl öncesine kadar sosyal medya, ifade özgürlüğü ve habercilik açısından pek çok olanak vaat eder gibi görünüyordu ve anaakımdaki habercilik standartlarına öncelik veren gazeteciler için sosyal medya anaakımın yarattığı boşluğu belirli ölçüde de olsa doldurabilecek olanaklar sunuyordu. Ancak devletlerin de, büyük şirketlerin de ifade özgürlüğünün genişlemesi konusunda gönülsüz olması, hatta bundan kaygı duyması işleri kısa süre içinde tersine çevirdi. Özellikle hükümetlerin desteklediği dezenformasyon ağlarının yani trollerin etkisi, devletlerle sınırsızca paylaşılan kişisel veriler, sosyal medya sansürünün kapısını ardına kadar açan yasal düzenlemeler, sosyal medyanın habercilik için çok kırılgan bir yapı olduğunu gösterdi. Diğer yandan Twitter’ın X haline gelmesiyle Elon Musk’ın abonelik ve gelir paylaşımı modeli, tıpkı Google reklamlarının haber sitelerinde yarattığı etki gibi X’in de bir tık tuzağı bataklığı haline gelmesine neden oldu.

Şimdi bu kadar laftan sonra “Manipülasyon eskiden de vardı, şimdi de var, niye şimdi bu kadar şikayet ediyorsun?“ diye sorulabilir. Evet bu haklı bir soru. Ancak eski anaakım düzeniyle şimdiki sosyal medya düzeni arasında önemli bir fark var. Refah toplumunun anaakım medya düzeni, şimdiki sosyal medyaya göre çok daha gözlemlenebilir, ilişkileri okunabilir durumdaydı. Yani medyaya sahip olan sermaye gruplarının, büyük reklamverenlerin ve bu grupların siyasetçilerle olan ilişkileri bugüne göre daha izlenebilir durumdaydı. Bence bugünkü durum, toplum açısından içinden çıkılması çok daha zor bir durum yaratıyor. Bu zorluğun nedeni ise bugünün medya düzeninin Richard Sennet’in deyimiyle çok daha “okunaksız” (İllegible) olması. Yani bugünün gündemi, çok daha az gözlemlenebilir, çok daha az fark edilebilir bir ilişkiler ağının sonucunda ortaya çıkabiliyor. Bu da elbette toplumun zayıflamasına, kamuoyunun siyasetteki etkisinin iyice azalmasına yol açıyor.

Peki çare nerede diye sorursanız. Bana göre çare, toplumun, halkın, izleyicinin yeni bir anaakım yaratmasında. Yani “filancanın adamı” değil “okuyucunun adamı”* olan gazetecilerin var olabileceği, toplum tarafından finanse edilen yeni bir medya modelinin ortaya çıkması. Türkiye’nin tam da bu konunun tartışılacağı, bunun başarılabileceği en doğru yer olduğunu düşünüyorum.